Connect with us

Hi, what are you looking for?

Bilim

Okunma Süresi: 24 Dakika

How to Avoid Climate Disaster: Bill Gates Book Review

Yazının en başından uyarayım da okumaya başladıktan sonra kızmayın, bu yazı uzun olacak. Bill Gates’in iklim değişikliği üzerine yazdığı yeni yayınlanan kitabı “How to Avoid Climate Disaster” kitabı hakkında konuşacağız. Bu yazıdan sonra kitabı okumuş kadar olacaksınız bunu rahatlıkla diyebilirim. Ha bu yazıyı okuduktan sonra kitabı okumaya gerek yok da diyemem çünkü çok güzel hap bilgiler içeriyor kitap. Bana sorarsanız en az bir doktora çalışması kadar bilgi içeriyor. Sunduğu çözüm önerileri de bence yine gerçekçi. Derinlemesine inceleyeceğiz zaten. Öncelikle kitabın yapısal akışı hakkında bilgi vermem gerekiyor. Çünkü bu sizin yazıyı okurken neyle karşılaşacağınızı önceden bilmenize imkan sağlayacak hem de yazıyı okurken bütünselliğinden kopmamış da olacaksınız aynı zamanda. Bu da dolayısıyla yazıyı 2-3 parçada okumanıza imkan verecek.

Kitap, giriş hariç 12 bölümden oluşuyor. Girişte bu İngilizler’in hook dediği dinleyiciyi, izleyiciyi, okuyucuyu (ingilizce’de hepsine birden audience denilip çıkılıyor, işte bizde bazı terimler yok ne yazık ki o yüzden anlaşmak da zor oluyor) yakalamak için attığı, 51 milyar diye ifade ettiği rakamı ortaya koyuyor. Dolayısıyla siz de “neymiş lan bu 51” diyerek bu kancaya takılıyorsunuz ve kitabı okumaya başlıyorsunuz. Sunum ve seminer teknikleri 101. Bize de daha doktoranın ilk haftasında ilk anlattıkları şeydi bu hook. Devam edelim, birinci bölümde neden karbon emisyonunu sıfırlamamız gerektiği hakkında okuyucuyu ikna etme yönünde argümanlarını sunmuş Bill Gates. İkinci bölümde de bunun sadece zor olacağını anlatmamış neden zor olacağını da argumentatif şekilde izah etmiş. Üçüncü bölümde iklim değişikliği konusunda en çok sorulan 5 soruyu sormuş ve cevaplamış. Bu kısım daha çok iklim değişikliği hakkındaki fallacyleri savmış. Dördüncü bölümden sekizinci bölüme kadar kitabın ana gövdesi olan sera gazına sebep olan ana etkenleri incelemiş. Bunlar sırasıyla, elektrik, üretim (sanayi), yetiştiricilik (tarım ve hayvancılık), ulaşım (insan ve mal taşıma), ısınma ve serinleme (air conditioning) olarak sıralanmış. Dokuzuncu bölüm daha çok insanın iklim değişikliğine adaptasyonu için önerilerini sunduğu bir bölüm. Yani paranız yoksa buna alışacaksınız gibi bir bölüm aslında. Onuncu ve onbirinci bölümler çözüm önerilerini sunduğu bölümler. Onuncu bölümde neden siyasi erkin bu konuda asıl öneme sahip olduğunu anlatmış. Onbirinci bölümde de baştan sonra bir plan vermiş, yani kendi çözüm fikrini. Onikinci bölümde ise birey olarak bizler ne yapabiliriz bu soruya cevap vermiş. Genel olarak işte hamburger yemeğin, şu çok kullanmayın, az tüketin vs gibi.

Kitabın yapısalını verdik. Benim genel düşüncem kitap üzerine gayet iyi yazılmış olduğu yönünde. Yaptığı tartışmaları doyurucu buldum. Benim kendi kişisel okumalarımdan da referans görmek çok hoşuma gitti. Daha önce paylaştığım 21. Yüzyılın Yakıtı: Doğalgaz yazısının temel referansı olan Vaclav Smil‘in kitaplarına da referans vermiş Bill Gates. Açıkçası Bill Gates benim dream life‘imi yaşıyormuş onu fark ettim bir de. Bundan dolayı da saygım arttı kendisine. Adam bir şeyi merak ediyor, hop arıyor Harvard’ı, merak ettiği konu hakkında kim var onunla konuşuyor, laboratuvar geziyor, fabrika dolaşıyor. Eğer konu hakkında araştırma yapılmamışsa yeterince veriyor 500 milyon dolar araştırın diyor. Dolayısıyla adamın erişebildiği bilgilerin sınırı yok. Kendi anlayamıyorsa bir görüşme ayarlanıyor Nobel almış profesörle o anlattırıyor ona normalde ortaya çıkarılması için bir ömür harcanan bilgiyi. Dolayısıyla kendisini tebrik ediyorum. Halbuki bizim zenginler gibi parasını seks, araba ve süper yatlara harcamalıydı. Akılsız işte, uğraşıyor öyle boş boş iklim mıklım. Türkiye’de bunun gibi zihniyete sahip insanlar eğer bu 20 yıl içinde ortaya çıkmazsa Türkiye’nin artık kesinlikle müsair medeniyetler seviyesini kaçırdığını söyleyebilirim. Neyse biz konumuza geri dönelim.

Giriş: 51 Billion to Zero

Bill Gates iklim felaketi realitesini bu iki rakamı kullanarak ifade etmiş. “51 rakam değil ama” gibi bir gereksizlik yapmayanlara devam ediyorum, 51 milyar dediği dünyanın bir yılda toplam saldığı sera gazi miktarı, ton cinsinden. Bunu 0’a indirmemiz gerekiyor diyor, çünkü sera gazları dünyaya gelen güneş ışınlarının geri yansıyanlarının ciddi bir kısmını tekrar dünyaya geri yansımasına sebep olup dünyayı normalinden çok daha fazla ısıtıyor. Dünyanın ısınmasını durdurmak için de bu emisyonun o’a indirilmesi gerekiyor. Eğer 0’a indirilmezse yavaş da olsa dünya hala ısınmaya devam edecek diyor. Genel olarak konuyu bu şekilde özetlemiş. Bölümün geri kalanı da aslında kitabın ilerideki bölümlerinin birer girişi niteliğinde. Siyasi aksiyonlardan, yapılan toplantılara, bu sera gazi salınımının kırınımlarının neler olduğundan, çözüm olabilecek fikirlere kadar genişleyen bir spektrum çiziyor bize. Bu işin çok zor olduğunu ve pahalı olacağını fakat imkansız olmadığını eğer bütün dünya ortak hareket ederse bu aksiyonun başarıyla sonuçlanabileceğini müjdeliyor bir yandan da. Konuya da tabii ki direkt olarak sıfır emisyonlu elektrik üretiminden giriyor. Daha doğrusu kendisi buradan başlıyor değerlendirmeye, daha da doğrusu bu konuya kendi giriş yaptığı ilk yer dünyanın bütün emisyonunun %27’lik kısmındn sorumlu olan elektrik üretimi. Bunun için de dünyayı geziyor yine ve yaptığı araştırmalar sonucu dünyada hala daha 800-900 milyon insanın elektriğe ulaşımının olmadığını görüyor. Bu aslında zaten kendi başına bile bir sorun. Tabii ki bir fakirlik problemi. Fakirlik denince akla hemen gıdaya erişim problemi geliyor. Dolayısıyla tarım ve hayvancılık. Tarım denince de akla ilk gelen şeylerden biri gübre. Çünkü gübre bugün medeni insanın karnını doyurabilmesindeki en önemli malzemelerden biri. Ne kadar gübre o kadar gıda. Fakat gübrenin de üretimi ciddi bir emisyon problemiyle beraber geliyor. Bill Gates bu konu üzerinde de düşünmüş. Tam da burada konuya dahil olan susuzluk, hatta kuraklık sorunu geliyor. Kuraklığın da temel sebebi baktığımız zaman direkt olarak iklim değişikliği. Genel olarak da kitabın asıl konusu olan iklim felaketleri zihinlerde tam bir alan kapatıyor yani kendini güzel anlatıyor. Konu hakkında da kafasında netleştirdiği 3 nokta var:

  1. İklim felaketini engellemek için 51 milyarı 0’a indirmemiz gerekiyor.
  2. Elimizdeki araçları (0 emisyona inebilmek için halihazırda var olan), güneş panelleri, rüzgar türbinleri gibi hızlı ve akılcı şekilde devreye sokmalıyız.
  3. Geri kalan yolu almak için de (bu güneş panelleri ve rüzgar türbinleri bir yere kadar emisyonu indirme kapasitesine sahip) yeni teknolojileri üretmeli ve bunları yaygınlaştırmalıyız

Kısacası kitabın üzerine durduğu zemini tutan 3 bacak burada net şekilde verilmiş. Daha sonra kitabın geri kalan kısımlarında eldeki araçlarla neler yapılabilir ve yeni teknolojilerin geliştirilebilmesi için elimizde neler var araştırması olarak ilerliyor konu. Bunların ilk olarak hangi alanlarda yapılacağı (bölüm 4-8 arası) ve bunların nasıl yapılacağı (bölüm 9-12) anlatılıyor.

Bölüm 1: Why Zero?

Aslında bu bölümün belkemiğini yukarıdaki paragrafta söylemiş olduk. Sıfır’ın anlamı dünyanın ısınmasını durdurmak için akılda tutmamız gereken bir hedef. Eğer sera etkisine sebep olan gazların emisyon değerlerini sıfırlamazsa dünya ısınmaya devam edecek. Bu da büyük doğal felaketlerin görülme şıklığını arttırıyor. Bunun da ayrı bir ekonomik götürüsü olduğunu dile getirmiş Bill. Burada kritik bir grafik var, özetle şunu söylüyor: Eğer hiçbir şey yapmazsak 2100 yılında dünya ortalama sıcaklığı olağan sıcaklığından 5 santigrad derece daha sıcak olacak. Sera gazlarının salınımı ciddi ölçüde düşürebilirsek şimdiye kadarki olan sıcaklık artış hızını kesebiliriz ve 2.5 santigrad ile bu işi kurtarırız diyor. Bir de en iyi senaryo, eğer emisyonları negatife çevirebilirsek yani sera gazi salınımından daha fazla sera gazını atmosferden geri çekmeyi başarabilirsek bu süreci tersine çevirmek de mümkün diyor ve bu da bizi 1.7 santigrad gibi bir sıcak artışı sonrası ısınmayı durdurup stabil hale getirebileceğimizi söylüyor. Bu bölümde yine bazı rakamlar verilmiş. Mesela metan gazinin CH4, CO2’ye oranla 120 kat daha fazla sera etkisine sebep olduğunu fakat CO2 kadar da atmosferde kalıcı olmadığı gibi bilgileri veriyor. Bu gazlar arasında en tehlikeli olanların NOx gazlarının olduğunu söylüyor. Fakat NOx gazlarının bugünkü etkisi en az olanı. Çünkü asıl başımızın dertte olduğu kısım CO2 gazi. Metan da hiç masum değil bu konuda. Genel olarak da %50 emisyon azaltımının sıcaklık artışını durdurmayacağını söylüyor. Yani bunu yapacaksak kesinlikle 0 yapmamız gerektiğini söylüyor.

Bölüm 2: This Will Be Hard

Bu bölümde genel olarak kalkışılan ışın kesinlikle çok zor bir olduğu hakkında genel bir farkındalık vermek ve işin ciddiyetinin kavranması açısından önemli unsurların vurgulandığı bir üslub görüyoruz. Bölümün başındaki örnek çok basit ama bence önemliydi, bir profesör bir seminerde anlatmış, bazen içinde bulunduğumuz durumların hiç bir şekilde farkında olmayışımızı anlatmak adına güzel bir hikaye, bir balık başka bir balık ile karşılaşıyor ve soruyor “bu bugün çok güzel mi?”, öteki balık da “şu mu? şu ne demek?” diye cevap veriyor. Yani balık suda yüzen bir canlı fakat şu içinde olduğunun farkında değil. Aynı bunun gibi bugün insanlar da gerçekten ciddi bir iklim felaketinin içerisinde yaşam mücadelesi veriyor fakat çoğu kişi bunun farkında bile değil demeye getiriyor verdiği bu örnekle Bill Gates. Bu dönüşümün zor olmasının temel sebebinin fosil yakıtların bütün dünyada bol miktarda ve çok ucuza bulunabildiği vurgusunu yaparak başlıyor. Bu konu beni aslında cidden düşündürdü. Hep şimdiye kadar genel olarak petrolün çok kit bir kaynak olduğu filan söylenirdi fakat böyle düşününce de gerçekten bu zikkimin dünya üzerinde çok bol bulunduğunu da kabul etmek lazım. Öte yandan kömür özellikle belki binlerce yıl yetecek kadar kömür var dünyada fakat bu kömürü yakmak dünyanın üzerinde o binlerce yıl yaşamaya şansını belki insanın alacak kadar zehirli oluşu ayrı bir konu. Bir diğer örnek de doğalgaz için verilebilir. Doğalgaz da öyle pek kit bulunan bir hidrokarbon değil. Fakat bunlara erişim ciddi bir politika meselesi. Enerji arzı ve güvenliği çok stratejik bir olay açıkçası. Petrol üzerine kurulmuş bir petro-dolar sistemi ve bütün dünyanın bugün doları rezerv para birimi olarak kullanması dolayısıyla ABD’nin bütün ipleri elinde tutması gibi konular aslında petrolün kıtlığından değil de petrolün başında durabilmekten geçtiğini anlamamı daha iyi sağladı. Bu finansal sistemin ne olduğunu zaten biliyorduk da aynı bu şu içinde yaşadığını anlamayan balık gibi petrolün aslında bol olduğunu anlamak daha doğrusu artık iyice zihne oturtmuş olmak gerçekten zihin açıcıydı. Zaten kendinize karşı dürüst olduğunuzda bu şaşkınlığı siz de yaşayacaksınız. Petrol çok büyük bir öneme sahip ve gerçekten sudan ucuz. Bill Gates bunu soda yani gazlı içeceklerden daha ucuz diye açıklıyor. Çünkü o bir Amerikan. Bu zorlukları da su alt başlıklarla anlatmış.

Sadece zengin ülkelerin yapacağı bir iş değil

Bir diğer zorluk sebebinin de free rider diye tabir ettiği İngilizlerin, bedavacı yolcu diyebileceğimiz unsur. Yani bu işi zengin ülkeler ele alıp çözüm için para harcarken, kimi fakir ülkeler ya da durumdan istifade etmek isteyen başka ülkeler olabileceği konusu. Şöyle örnek vermek mümkün: diyelim ki zengin ülkeler, ABD, Alman, İngiltere gibi bu işi ciddiye alıp daha orta gelir ülkeler örneğin Rusya “hayır ben bu işe katılmayacağım” derse ne olur sorunu tartışılmış. Dünya kurtulacak fakat Rusya burada üzerine düşen payı ödememiş olacak ya hani dolayısıyla bir free rider oluyor bu durumda. Bu gibi sorunların çözümü için de bizim de daha önceden sık sık konuştuğumuz, herhangi bir ürün, eğer ihraç ediliyorsa, o ürün üretilirken üretimi esnasında kullanılan elektriğin menşei sorulacak ve bu üretim karbon emisyonu yapan bir kaynaktan üretildiyse, örneğin, kömür santralinde üretilen elektrik kullanılarak üretildiyse, o ürün ya hiç satın alınmayacak ya da ciddi bir vergi yükü barındıracak. Dolayısıyla da aslında o ülke bu iklim felaketi çözümüne katkıda bulunmuş olacak.

Tarih yanımızda değil

Bu kısımda direkt olarak Vaclav Smil’in Energy Transitions kitabına referans vererek şunu söylüyor: enerji dönüşümü tarafında tarihe bakarsak, işler pek de iyi gidiyor demek zor. Kömür kullanılmaya başlandığı zaman hızlı bir yayılım gösteriyorm kömürden petrole geçiş daha yavaş bir penetrasyona sahip, doğalgaz hele çok daha yavaş bir penetrasyon hızına sahip. Yenilenebilir enerji kaynaklarının yayılması bu enerji geçişliliği konusunda en yavaşı. Bunu da şöyle normalize etmişler, kömürün yayılması kabaca 60 yılda (1840-1900 yılları arasında) %50 civarında olurken petrol için bu değer %38, (1910-19870 arasında) doğalgaz içinse %20, (1930-1990 arasında). Modern yenilenebilir enerji ise daha bir nokta gibi ancak.

Kömür santralleri bilgisayar çipleri gibi değil

Uzun uzun bu Moore’s Law‘dan bahsediyor. Kabaca bilgisayar çiplerinin iki kat hiza çıkacakları zaman aralığını modelleyen bir fonksiyon aslında bu. Kömür santralleri böyle değil diyor. Bilgisayar çipleri çok hızlı bir şekilde kapasiteleirnı arttırabilirken bu tür termodinamik mevzular bu şekilde gelişmiyor diyor.

Kanunlar ve regulasyonların çağdışı olması

Bu kısımda da işte genel olarak enerji tasarrufu için çıkarılmış kanunların kafada iklim değişikliği gibi endişelerin taşınmayarak yapıldığını söylüyor. ABD tabii ki bu kanunları neredeyse 70 sene önce filan çıkardığı için o zamanın teknolojisi göz önüne alınarak hazırlanmışlar. Kimi kanunlar teknolojinin ilerlemiş olması sebebiyle resmen kadük kalmış vaziyette kimisi de hele iyiden iyiye saçmalık olarak duruyor. Mesela evde şömine yakmak üzerine yapılmış bir kanun ve evde şömine yoksa inşaat yapamıyorsun filan, öyle saçma şeyler. Bunlar tabii ki ABD özelinde ve hatta eyalet özelinde şeyler bir çoğu.

Düşünüldüğü kadar global konsensüsün olmayışı

Bu da işte kabaca kimi ülkelerin “bana ne ben mi kirlettim dünyayı” demeleri, kimi ülkeleirn “tabii ki hemen çok ciddi aksiyonlar almalıyız” diye geçiştirip hiçbir şey yapmamaları gibi durumlardan bahsedilmiş. Hatta Donald Trump’ın Paris İklim Sözleşmesi’nden çıkmasını da dile getirmiş bu noktada. Biden çok iyi bir geri dönüş yaptı diyor.

Bölüm 3: Five Questions to Ask in Every Climate Conversation

Sadece Türkiye’de mügalata olmuyor tabii ki, bu her toplumun içine düştüğü derin bir çukur. İklim değişikliği konusunda da böyle yersiz sorular ya da mantık hatalarıyla dolu sorular söz konusu olabiliyor. Bill Gates bu tür konuşmalarda en sık rastlanan beş soruyu incelemiş ve bunlara cevaplar vermeye çalışmış.

51 milyar tonun ne kadarından bahsediyoruz? 

Burada güzel bir örnek veriyor. Aslında bu birazdan anlatacağım örnekteki yaklaşım her türlü tartışmada dikkat edilmesi gereken bir konu. Bill Gates bir makalede Avrupa’da alınan bir aksiyon sayesinde havacılık sektöründe yıllık 17 milyon ton emisyonun önüne geçildiği konuşuluyormuş. Burada tabii ki konuşmacı mangalda kül bırakmıyormuş. Tamam 17 milyon ton kulağa ilk anda çok fazla gibi geliyor fakat bu baştaki 51 milyar ton çipaşını koymasak burada bir kestirim yapmamız mümkün olmayacak. Halbuki bu kadar tantana çıkartılan miktar %0.3’lük bir yer tutuyor yıllık emisyonlarda. Hiç yoktan iyidir ancak belki denecek bir miktar. Aslında bir hiç. 51 milyar ton rakamını akılda hep tutmak gerekiyor ve biri bu konuda büyük iyileştirmeler yaptık derken hemen onların verdiği rakamı 51 milyar tona bölüp yüzde kaç katkı sağladıklarını bulmak gerekiyor. Bill Gates yıllık 500 milyon ton iyileştirme sunmayan hiçbir projeyi dikkate almıyormuş. Burada da işte yıllık %1’lik iyileştirmeden bahsediyor genel olarak.

Çimento için plan ne?

Çimento üretimi en çok emisyon yapan alanlardan birisi. Çimento üretimindeki kalsinasyon prosesinde doğal bir (kimyasal reaksiyonda) ürün olarak çıkıyor CO2 gazi. Kalsiyum karbonat bileşiği, biz bunu kireçtası olarak biliyorz, sektör içindeki kalker diye adlandırıyor, içindeki kalsıyum elementi çimentonun içinde yer alması istenen bir element ve bu kalsiyum atomlarını almak için 1300 santigrad derecelere çıkan bir tepkime oluşturuluyor. Tabii ki kalsıyumu alınmış kalsiyum karbonat bileşiği de dışarı CO2 gazi salıyor. Peki burada ne kadar bir salınımdan bahsediyoruz. Bunu da kıyas etmek için şöyle bir örnek vermek yerinde olacak, transportasyondaki payı %50 iken, otomobiller, toplam dünya emisyonunun yanı 51 milyar tonun %16’sini oluşturuyor. 51 milyar ton salınımdaki ulaşımın payının yarısına, %8, tekabül ediyor bu. Öte yandan çelik ve çimento üretimi kendileri tek başına %10’ar salınım yapıyorlar. Yani çimento üretimi otomobillerin emisyonundan %20 daha fazla salınım yapıyor. Elektrik üretimi için yapılan salınım da %27 idi. Yavaş yavaş 51 milyar ton salınımın kırılımını yapıyoruz. Bir tablo olarak da şunu vermiş kitabında Bill Gates:

Making things (cement, steel, plastic): %31

Plugging in (electricity): %27

Growing things (plants and animals): %19

Getting around (planes, trucks, cargo ships): %16

Keeping warm and cool (heating, cooling, refriğeration): %7 (ref: Bill Gates, How to Avoid Climate Disaster, The Solutions We Have and the Breakthroughs We Need)

İşte böylece de %100 yapıyor, toplam yıllık 51 milyar ton sera gazi salınımı, bu rakam CO2 eşdeğeri bu arada. Yani birçok sera gazi var fakat CO2 normalize edilmiş değerleri bu toplam)

Ne kadarlık bir enerjiden bahsediyoruz?

Burada da dünyanın enerji ihtiyacı konuşulmuş megawatt cinsinden. Yine bir tablo verilmiş ben de direkt bunu vereceğim. Fakat öncesinde ölçeklemek için klasik bir flamenli lamba 40 watt çekiyor, saç kurutma makinası 1500 watt, Çin’deki Üç Geçit Barajı da 22 milyar watt enerji üretiyor.

The world: 5000 gigawatts

The United States: 1000 gigawatts

New York: 12 gigawatts

Tokyo: 23 gigawatts (bazen 50 gigawatts oluyormuş)

Mid-sıze city: 1 gigawatts

Small town: 1 megawatts

Average American house: 1 kilowatt (ref: Bill Gates, How to Avoid Climate Disaster, The Solutions We Have and the Breakthroughs We Need)

Ben sizin için Türkiye’ye baktım

Türkiye: 300 gigawatts

Burada Bill Gates, güneş panalleri ve rüzgar türbinleri için bir açıklamada bulunuyor. “Güneş her zaman ışıldamıyor ve rüzgar da her zaman esmiyor” diyor. Bunlar ihtiyaç olunan gereksinimin %30’unu karşılama yeteneğine ancak sahip diyor. Yani size kaç lazımsa o kadarlık bu panel ve türbinlerden kurarsanız, ihtiyacınızın %30’unu ancak alırsınız diyor. Dolayısıyla daha çok kurmanız lazım bu sistemlerden. Halbuki diyor, nükleer santral öyle mi? 7/24 çalışıyor diyor. Bunlar tabii ki saatlik tüketim.

Ne kadarlık bir alandan bahsediyoruz?

Burada da şu tartışılmış, bu gerekli enerjinin üretimi için ihtiyaç olunan arazi ne kadar? Mesela 5000 megawatt (5 gigawatt) üreten bir termik şantal işte bimem kaç metrekare alana oturuyor, buna karşılık rüzgar türbini için şu kadar olmalıydı gibi bir kıyaslama söz konusu.

Energy Source ve watts per square meter olarak listeleniyor aşağıdaki tablo.

Fossil fuels: 500-10000

Nuclear: 500-1000

Solar: 5-20

Hydropower: 5-50

Wind: 1-2

Wood and other biomass: Less than 1 (ref: Bill Gates, How to Avoid Climate Disaster, The Solutions We Have and the Breakthroughs We Need)

Yani bu şu demek: 1 metrekare alanda fosil yakıt kullanan üretim yöntemleri ile elde edilecek enerji watt cinsinden fosil yakıtlar için 500 ile 10 bin watt arasında, rüzgar için bu 1-2 watt olarak karşılık buluyor. Yani diyelim ki bir kömür santralını yıkacaksınız ve bu enerji açığını da rüzgar enerjisi ile kapatacaksınız, duruma göre minimum 250 kattan 10 bin kata kadar araziye ihtiyacınız olacak demek oluyor.

Ne kadara mal olacak?

Bu kısım baya uzundu ben size şöyle özetleyeyim, bugün bütün karbonu eğer DAC denen, direct air capture, yöntemle bütün karbon atmosferden çekilmeye çalışılsaydı yıllık 5.1 trilyon USD ihtiyaç olunacaktı diyor. Yani ton başına 100 dolar, hatta bu şimdi 200 USD cıvarıymış, hadi bunu geliştsirdik ve 100 USD’ye kadar düşürdük diyor, 51 milyar ton ile hesap edince yıllık 5.1 trilyon USD ediyor. Bu işin en pahalı kısmı tabii ki. Dolayısıyla bir mühendislik çözümü değil, bunu herkes yapabilir. Herkes yapabilir derken, herkes akıl edebilir. Bunu daha ucuza getirmenin yolunu arıyor dünya işte. Zaten bunu yapmak için de dünyaya 50 bin DAC santralı kurmak gerecekti diyor. Bu bölümde genel olarak Green Premium diye isimlendirdiği şeyden bahsediyor Bill Gates, bu da işte mesela bir watt kirli elektrik 3 cent ise, temiz olanı 4 ediyorsa bu aradaki %33’lük farka Green Premium diyor. Bunu hesabı yapılabilmesi bütün şeyler için yapmış.

Bölüm 4: How We Plug-In? (27 percent of 51 billion tons a year)

Bu bölümde genel olarak elektrik üretimi hakkında bilgiler veriyor. Üretim yöntemleri, üretim dağılımları, temel enerji kaynaklarının kırınımları, vb. gibi. Örneğin, ABD’de ortalama olarak, 40 Watt’lik bir ampulu bildiğimiz eski tip bakır flamanlı lambayı yani, bir saat açık bırakmanın yarım centlik elektrik sarfiyatı yaptığını söylüyor. Elektrik ürerimi karbon emisyonu probleminde büyük paya sahip. Elektrik üretimi için kullanılan enerji kaynaklarının %36’sı kömürden, %23’u doğalgazdan, %16’sı hidroelektrik, %10’u atom santrallerinden, %11’i yenilenebilir enerji kaynaklarından, %3’u petrolden ve kalanı da diğer kaynaklardan sağlandığını gösteren bir grafik paylaşılmış. ABD’nin kendi GDP’sinin sadece %2’lik bir kısmını elektrik sarfiyatına harcadığını ve bunun inanılmaz düşük bir maliyet olduğunu söylüyor. Yani kısacası biz elektriği çok ucuza kullanıyoruz diyor. Bu da zaman geçtikçe aslında daha da ucuzluyor diyor. Bunun temel sebebinin de fosil yakıtların aşırı ucuz olduklarından kaynaklı olduğunu söylüyor. Bu ucuzlamanın da fosil yakıtlar teknolojilerine, hem fosil yakıtların üretimi hem de fosil yakıtlardan elektrik üretiminin daha efektif hale getirilmesi tarafında, ciddi araştırma-geliştirme harcamalarına bağlıyor. Yani sistem böyle olduğu için teknoloji de bu tarafta geliştiriliyor diyor. Buradan da konuyu zaten politikaya bağlayacak. Eğer biz bu AR-GE faaliyetlerini sıfır emisyon tarafına çekersek diyor, bunun da yolu politik olarak böyle bir tercih yapılması halinde rahatlıkla olabileceğini söyleyerek, teknoloji geliştirmek için harcanan parayı fosil yakıtların kullanılması yönünde değil de emisyonları düşürme yolunda kullanarak bu sorunu çözebiliriz diyor. Tam da burada bence kitabın ikinci en önemli söylemini dile getiriyor, birincisi 51’den 0’a idi, bu da: Green Premium  diye isimlendirdiği, karbon emisyonu yapandan yapmaya geçişin faturası diyebileceğimiz bir terim ya da takılmış isim. Mesela eğer bir evin yıllık elektrik faturası 1300 dolar ise bu 1550 dolar oluyor, bu aradaki 250 dolarlık farka işte Green Premium diyor. Enerjide yeşilleşmenin günahı gibi kendi dilimize yarı argo bir çeviri yapabiliriz.

Elektrik üretimindeki emisyonların sıfıra çekilmesindeki en büyük iki problemi, fosil yakıtların aşırı ucuz olması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının istenen verimi vermemesi olarak ikiye ayırıyor. Ucuzluk konusunda zaten daha derin bir açıklamaya gerek yok, yenilenebilir enerjiye göre daha ucuzlar şu an. Fakat yenilenebilir enerji kaynaklarının isteneni karşılayamamasını da şöyle açıklıyor: örneğin güneş panelleri, her zaman üretim yapamadıkları için, bunun gecesi var, kişi var, yazdan kısa mesela 9 kat üretim farkı oluyor diyor. Yani daimi bir arz sağlamak için en kötüye göre bir tasarım yapıldığı zaman 9 kat daha fazla güneş paneli kurmak gerekiyor diyor. Bu da kaplanan arazi ve harcanan para tarafında ve enerji arzının güvenliği konusunda problemler açtığını söylüyor. Bir de sağlanan gücün fosil yakıtlara kıyasen daha düşük olduğunu söylüyor. Yani çok kabaca konuşuyorum, rüzgar ve güneş panelinden lamba yakabilirsiniz, evdeki makinaları çalıştırabilirsiniz fakat sanayinin ihtiyaç duyduğu gücü sağlamak çok zor diyor. Bir diğer problem de bu yenilenebilir enerji kaynaklarının her yerde aynı kapasiteyi sunmayışı da ciddi bir problem diyor. Mesela örnek olarak Rusya’yı ve Kanada’yı vermiş, bizim buralar diyor, Seattle, Rusya ve Kanada’dan 12 kat daha fazla güneş ışığı alıyor diyor. Bu sorun global bir aksiyon gerektirdiğinden, bütün dünyayı aynı anda düşünmeyi gerektiriyor, dolayısıyla da her yerde aynı verim söz konusu değil diyor. Hadi bu elektriği pillerde saklasak diyor, bunu da uzun uzun anlatmış, ortaya manyakça bir maliyet çıkıyor. Altıdan kalkılır gibi değil. Öte yandan piller gerçekten verimsiz. Hadi pil için para harcayalım ve pilleri geliştirelim diyor, buna da ciddi kafa yormuş, üniversiteler, profesörler vs. ortaya çıkan sonuç da şu: piller en fazla bugünkünden 3 kat daha verimli olabiliyormuş. Fosil yakıtları yakalamak için 36 katlık bir farkın kapanması gerekiyor, bunun 3 katını pilden sağlasak hala geriye 12 katlık farkın kapanması lazım ki bu da böyle pil ile mümkün gözükmüyor diyor.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının bir diğer problemini de bunlar öyle istediğiniz yerde üretilemiyor diyor. Yani belli yerlerde üretilebiliyor, işte rüzgar olacak, güneş ışığı iyi gelecek vs. sonra orada üretilen enerji gridler aracılığıyla ihtiyaç olunan yere taşınacak diyor. Bunun için de ABD’de öyle bir grid oluşturmak gerekiyor ki (grid dediğim de işte elektrik nakil hattı) bu da aşırı bir maliyet ünsürü. Özetle Bill elektrik üretimi için kaçınılmaz noktaya geliyor, bunu biz de daha önceden söyledik, doğalgaz ve nükleer enerji. Tabiin ki yine de yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını da arttırmak gerekiyor diyor. Şöyle bir çözümü var, tamamen karbonsuz üretim için iki yöntem var birincisi dediğimiz gibi nükleer, ikincisi de off-shore rüzgar santralleri. Burada da deniz kıyısındaki manzarası kapanmasın isteyenlere şerefiye hakkı ödenmesi lazım diyor. Bir de doğalgaz santralleri için karbon tutucu teknolojilerin kullanılması lazım diyor. Biraz da az elektrik kullandık mı böylece yaparız bu işi diyor.

Son olarak şunu da belirteyim, Carbon-Free yani karbon emisyonu yapmayan elektrik üretimi için de elde yöntemleri nuclear fission, offshore wind, ve geothermal kaynaklar olarak sıralamış. Bunlar dışında ihtiyaçları karşılayabilecek bir elektrik üretim yöntemi yok diyor. Elektrik depolamak için de batteries, pumped hydro, thermal storage, cheap hydrogen olarak sıralamış. Yani pillerde depolama yapmak, mümkün bir yere su kütlesi pompalayarak orada potansiyel enerji birikimi yapmak (hidroelektrik mantığı ile), ısı kapanlama yani sıcaklık biriktirerek enerji depolamak bir de eğer hidrojen teknolojisi ilerler ise yani benzin gibi otomobiller bu teknolojisinin kullanılması mümkün diye yorumlamış. Bu konu hakkında daha derinlemesine bilgiler de veriyor artık bunun için kitabı okumanızı ya da kendi araştırmanızı yapmanızı önereceğim.

Bölüm 5: How We Make Things? (31 percent of 51 billion tons a year)

Bu bölümde genel olarak ihtiyacımız olan ana hammadeleri konu edinmiş. Bunları da kabaca, çelik, çimento, cam, plastik olarak ayırmış. Tabii ki listede gübre, kağıt ve aluminyum da var ama diyor, asıl başımıza bela olan çelik ve çimento diyor. Diğerleri bu ikisi yanında bebek kalıyor diyor. Çimento üretimi çok fazla CO2 salınımı yapıyor. Çünkü çimento üretimi sırasında kalsınasyon denen bir süreç var, ben de bir stajımı çimento fabrikasında yapmıştım bir de dönem projesi hazırlamıştım çimento hakkında o yüzden üretimi iyi biliyorum, çimento üretiminde bu ihtiyaç duyulan kalsınasyon sırasında, kaçınılmaz bir şekilde açığa CO2 çıkıyor. Çimento yapılırken, doğadan 3 temel malzeme alınıyor, bunlar silis, marn ve kalker (kirecrası) marn+silis bir tür çimento, marn+kalker başka bir tür çimento oluyor. Bunlar önce büyük kırıcılarda konkasör denen, kırılıyor, 3 cm civarına indiriliyor, daha sonra değirmenlere giriyor, farin denen bir malzeme üretiliyor, ince karışım bu, daha sonra da kalsınasyon işlemine sokuluyor. Burada farin 30 santigrad dereceden 1000 santigrad dereceye çıkartılıyor, kimyasal reaksiyonlar oluşuyor. Amaç oksitlerin oluşuturulması ve kireç denen malzemenin kalması. Yani kalsıyumu alıyoruz ve oksitler çıkıyor, o oksitler de yanma sırasında karbon ile birleşince, kimyasal tepkimenin bir ürünü oalrak ÇO2 oluşuyor. Daha sonra bu farin denen malzeme fırınlara gönderiliyor. Bu fırınlarda 1450 santigrad dereceye çıkartılıyor bu karışım klinker denen yarı-çimento üretiliyor. Klinker üretimi esnasında bu karışım lav gibi oluyor neredeyse. Burada da kullanılan yakıt petro-kök. Yani karbon bazlı yine. Hatta baca gazından Jips üretimi için bir proje yapmıştık filan en azından sera gazını tutmak için, bu ABD’de kullanılan bir yöntem. Fakat Türkiye’de pek takan yok. Klinker de daha sonra çimento değirmenlerine giriyor ve orada 8 mikron altına indirilene kadar herbir tane öğütülüyor. Şöyle söyleyeyim sigara dumanında 10 mikronluk partiküller var. Çimentoyu elinize alırsanız zaten elinizi yakar, aslında o derinizden geçer ve egzotermik reaksiyon oluşturur, doğası gereği kendi işlevini görmeye başlar yani. O yüzden çimento öyle nalburlarda açıkta filan satılıyor da tehlikeli bir malzeme aslında. Çimento çürür bir de. Öyle 5 yıllık çimentodan istenen dayanım elde edilemez. Neyse bu kısımlar benden oldu.

Çimento üretimi de ha keza böyle, ikinci büyük suçlu çelik. Çelik üretimi için de iki ana hammaddeye ihtiyacımız var. Bunlardan biri demir, ikincisi de karbon. Demir tek başına istenen dayanıma sahip değil fakat bu karbon ile birleştirilince çelik oluyor. Daha sağlam oluyor. Çok karbon koyarsanız da bu sefer çelik çok gevrek olur. Bu işlem de yine demirin eriyik hale getirilmesini gerektiriyor. Bunun için de fosil yakıtların kullanıldığı blast furnace denen ocaklar kullanılıyor. Başka üretim yöntemleri de var. Bill Gates de bunları derinlmesine anlatmayacağım demiş çünkü çok fazla metalurji muhabbeti gerektiriyor. Sonuç olarak çelik üretiminde müthiş bir enerji sarfiyatı var ve bu sarfiyat da yine fosil yakıtlardan sağlanıyor. Bir de hurda çelik kullanılarak yapılan çelik var. Bunda da hurda çelik alınıyor, elektrik arc kullanılarak ergitiliyor. Sonra yine karbonu marbonu ayarlanıyor ve çelik üretiliyor. Buradaki elektrik tüketimi inanılmaz boyutlarda. Hurda malzemenin içine yıldırım indiriliyor resmen. Bunun videosunu koyacağım merak edenler izler. Videodaki o iki kalın şeyi prize taktiğiniz fısteki iki çelik çubuk gibi düşünün işte.

Cam üretimi için de ciddi doğalgaz gerekiyor filan. İşte buradaki sorun da kullanılan enerji kaynaklarının fosil yakıtlar olması sorunu. Elektrik kullanılsa bile, elektrik yine fosil yakıt kullanılarak üretiliyor. Bunun için de enerji dönüşümü olması lazım diyor Bill. Bunların üretimini öylece durduramayacağımız için ve çimento ve çelik üretiminde yan ürün olarak ortaya çıkan karbonun engellenemeyeceği için, çünkü reaksiyon öyle, burada çözüm olarak ancak ortaya çıkan karbonu yakalamak olabileceğini söylüyor. Çünkü başka türlü bir çelik üretimi ya da çimento üretimi söz konusu değil. Bu iki malzeme dışında başka bir malzeme de kullanamayız çünkü ikamesi olmayan malzemeler bunlar. Çimentodan daha iyi bir yapı malzemesi yok, daha doğrusu betondan daha iyisi yok, beton yapmak için de çimento lazım. Çimento basma dayanımı yüksek fakat çekme dayanımı çok düşük. Bunun için de çekme dayanımı arttırmak için çelik kullanıyoruz, buna reinforçed concrete yani donatılı beton deniyor. Burada da işte inşaat demiri diye halk tabiriyle, çelik kullanılıyor. Bu ikisi birleşince de ortaya müthiş bir yapı malzemesi çıkıyor. Bu sayede köprüler, barajlar, gökdelenler ve tüneller inşa edilebiliyor. Bunlara alternatif başka bir malzeme bilmiyor insanlık şu an. Bu malzemelerin üretimi için de başka yöntem bilinmiyor. Dolayısıyla burada yapılabilecek bir şey yok. Ancak karbonu tutabilirsek emisyonu sıfırlarız diyor Bill. Ton başına gelecek ek maliyeti de etilen için (plastik üretimi) %9-%15 arası, çelik için %16-%29 araşıt, çimento için de %75 ile %140 arası olacağını hesaplamış. Green Premium denen şey işte bu ek maliyet. 1 ton etilen normalde 1000 dolar iken Green Premium ile 1155 dolara kadar çıkabiliyor olacak, çelik 750 dolardan 964 dolara, çimento ise 125 dolardan 300 dolara çıkacak. Unutmayın ton başı fiyatı bunlar. Genel olarak çözümü şöyle özetlemiş:

  1. Üretimi mümkünse elektrik ile yap, bu çok fazla inovasyon gerektirecek (dolayısıyla çok para ve zaman lazım demeye getiriyor)
  2. Bu elektriği de dekarbonize edilmiş gridden al (bu da aynen çok para ve zaman gerektirecek diyor)
  3. Karbon tutucu yöntemler kullan (zaten bu olacak ancak çözüm demeye getiriyor)
  4. Bu malzemeleri daha tasarruflu kullanın

Bölüm 6: How We Grow Things (19 percent of 51 billion tons a year)

Bu kısmı nispeten daha hızlı geçeceğim, genel olarak tarım ve hayvancılık üzerine konuların konuşulduğu bir bölüm olmuş. Burada asıl ilgi gübre üzerine verilmiş. Gübre üretiminin zengin ülkelerde nispeten ucuz olduğunu fakat fakir ülkelerin gübre üretim maliyetlerinin yüksek olduğunu söylemiş. Gübrenin transferi de ayrı bir problem olarak konuşuluyor. Nispeten çimento gibi yükte ağır pahada hafif bir şey. Gübrenin rekolteyi inanılmaz arttırdığı hakkında bir hayranlık içerisinde genel olarak. Fosfat bağlayıcı bakteriler, toprak kalitesi gibi unsurları da konuşmuş. Gübrenin temel problemi de hayvanların dışkılarından elde edildiği için hayvan beslemenin de ciddi bir metan gazi (CH4) salınımı yaptığı ve metan gazinin da CO2 nisbetinde yaklaşık 120 kat daha fazla sera etkisine sebep olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Bölüm 7:  How We Get Around (16 percent of 51 billion tons a year)

Bu bölüm benzin ile başlıyor. Benzinin ne kadar enerji ihtiva ettiğini ve özellikle benzinin ne kadar ucuz olduğunu anlatmak için iki soru ile başlıyor.

Hangisi daha çok enerji barındırır?

A: Bir galon benzin
B: Bir adet dinamit lokumu
C: Bir adet el bombası

Sorunun cevabı benzin! Bir galon benzin içerisinde 130 adet dinamit lokumunun barındığı enerji var. Bu başta kulağa saçma gelebilir fakat benzini yavaş yavaş yaktığımız için bize sanki daha az enerji barındırıyor gibi geliyor. Öte yandan dinamit de tek seferde patladığı için o daha çok enerji barındırıyor gibi geliyor. Halbuki 8-10 litre benzin ile neredeyse 1.5 tonluk bir otomobili 100 km götürmek, üstelik bunu yaparken de benzin içerisindeki enerjisinin ancak %30 oranında kullanılabilmesi, gerçekten benzin gibi petrol türevi yakıtların ne kadar çok enerji barındırdıkları konusunda daha iyi bir görü sunuyor.

Hangisi daha ucuzdur?

A: Bir galon süt
B: Bir galon portakal suyu
C: Bir galon benzin

Sorunun cevabı tabii ki benzin.

Bu bahsedilen sebeplerden ötürü petrol ve türevleri özellikle taşımacılıkta kullanılması çok avantajlı olduğundan bahsediliyor. Bir diğer kullanılan sıvı yakıt da dizel tabii ki. Dizel aslında daha fazla enerji barındırıyor benzine göre. Fakat dizeli yakmak daha zor. Bunun için özel dizel motorların kullanılması gerekiyor. Dizel daha yüksek basınç altında yanma gerçekleştiren bir yakıt benzine kıyasen. Fakat daha pis bir yakıt. Bu yakıtların kullanıldığı değişik araçların sera gazi transportasyon emisyonlarındaki payları da su şekilde:

Otomobiller ve motorsikletler: %47

Cop kamyonları, otobüsler ve tirlar: %30

Kargo ve yolcu gemileri: %10

Uçaklar: %10

Diğer: %3

Otomobiller tarafında, bu yakıtlara alternatif olarak advanced biofuels denen bitkisel yağlardan vs. yapılan yakıtlar öneriliyor. Artık yukarıda anlamını verdik, bu advanced biofuels denen yakıtların green premiumu %106 civarında. Bir diğer alternatif de electrofuel denen hidrojen bazlı yakıtlar. Bunun green premium’u da %237. Yani neredeyse benzine harcanan paranın 2.5 katı daha bir masraf oluşturuyor kullanıcı için. Otobüs, kamyon, tır tarafında, ilginç durumlar mevcut. Şimdi hatırlamıyorum, bir üniversiteye yaptırttığı bir araştırmada tirlar için şöyle bir sonuç çıkıyor, tirlar eldeki batarya teknololjisi ile tek şarjda 600 mil için en optimum durum söz konusu. Burada tirin kargo kapasitesinin (bu arada aslında Türkçe’de bunlara verilen isim çekici, tır bir tür kanuni tabir, biz tır diyoruz diye tır demeye devam ediyorum ben de) %25’inden feragat etmek zorunda kalınıyor. 900 mil gitmek için tek şarjda, tirin bütün kargo kapasitesi batarya olmak zorunda oluyor. Yani 900 mil gitmek için tır ancak kendisini götürüyor. Fakat çöp kamyonları ve şehir içi belediye otobüsleri için durum nispeteden daha iyi. Çünkü onların gezi mesafesi daha düşük ve şehir içinde kaldığı için şarj etmeye daha müsait görevlerde kullanılıyorlar. Buradaki green premiumlar da dizele oranla advanced biofuel ve electrofuel için sırasıyla, %103 ve %234. Gemiler ve uçaklar tarafına gelecek olursak, burada da benzer durum söz konusu. Mesafeler çok uzun, jet yakıtı ile bugünkü bir uçak neredeyse 20 saatlik aralıksız uçuş gerçekleştirebiliyor. Gemiler ha keza dünyayı türlüyorlar. Uçaklarda kerosen kullanılıyor, gemilerde ise nafta ile çalışan ya da dizel-elektrik motorlar kullanılıyor. Burada dikkat edilmesi gereken kıyaslama şu olacak, eğer elektrikli motor kullanılacaksa hareket ettirilmeye çalışılan şey ne kadar büyükse verimlilik o kadar düşüyor, aynı şekilde mesafe de böyle. Yani ne kadar büyük ve ne kadar uzak o kadar elektrik anlamsızlaşıyor. Uçaklar için green premium biofuel için %141, electrofuel için %296. Gemi tarafında ise durum çok vahim, %326 ile %601 biofuel ve electrofuel için sırasıyla. Burada otomobiller tarafında olacak şey belli, elektrikli arabalar kullanılacak ve elektrik de çarbon-free olacak, nükleer santral ve yenilenebilir enerji kaynakları kullanılarak. Fakat uçak ve gemi tarafında ise durum pek zero çarbon görünmüyor. Burada işte eğer araştırma yapılırsa daha da verimli yöntemler bulunabilir diye konuşulmuş. Özellikle büyük gemiler için nükleer reaktör kullanılabilir. Savaş gemilerinde nükleer reaktörler kullanılıyor biliyorsunuz. Oradan elektrik üretiliyor ve o elektrik ile gemi hareket ettiriliyor.Uçaklar için bir alternatif pek yok gibi. Genel çözüm olarak da green premium’un düşürülmesi lazım diyor Bill Gates. Bu da daha çok teknoloji yatırımı yapılarak, yeni teknolojilerin daha verimli ve ucuz alternatifleri üretmesiyle olabileceğini söylüyor.

Bölüm 8: How We Keep Cool and Stay Warm (7 percent of 51 billion tons a year)

Bu bölümde de genel olarak mekanların iklimlendirilmesi konusu üzerinde durulmuş. ABD’de evlerin %90’nında A/C dedikleri air conditioner varmış. Bunu direkt olarak klima olarak düşünmeli miyiz ben emin olamadım tam olarak fakat gerçekten de klima da olabilir. Bu konuda daha kesin bir şey söylenecekse eğer evleri ısıtmak ya da soğutmak için bir sistemin varlığı olabilir. Amerikan yaşam tarzı biz Türklerinkinden biraz daha farklı. Benim bir ABD seyahatimde yazın ortasında Texas’a gitmiştim, gerçekten sıcak bir eyalet, mekanların içinde tshirt ile gezerken üşüyordum ve hasta olacağım diye endişelendim. Gerçekten serin havayı seviyorlar ve sevdikleri hava sıcaklığı da 18 derece filan. Şimdi tabii ki böyle bütün bir ülkenin insanını tek bir kalıba sığdırmak gibi bir amacım da yok soncuta 330 milyon insanın yaşadığı bir kit’a devleti ABD. Fakat rahatlıkla diyebilirim ki aynı o koca otomobilleri gibi evleri de büyük ve elektriği şu gibi harcıyorlar. Klimalar da bilindiği üzere pek enerji dostu aletler değil. Bir kere hareket enerjisi klimanın en büyük enerji çeken tarafı. Doğadaki en verimsiz çevrimlerden biridir hareket enerjisine çevrim. O yüzden ciddi bir sarfiyat kalemi oluşturuyor bu klimalar. Elektrik tabii ki fosil yakıtların ağırlıklı olarak kullanıldığı bir enerji. Dolayısıyla mekanlar yine ciddi bir karbon emisyonuna katkı sağlıyor. Isınma tarafında doğalgaz kullanılıyor. Doğalgazın kendisi bir kere fosil yakıt olarak yani karbon emisyonu yapan bir yakıt olarak görülüyor. Yine eleştiriler doğalgazın da kullanılmaması yönünde. Fakat çok da soğuk bakılmıyor. Heat pump denen bir şeyden bahsediliyor, bu da kabaca termodinamik prensiblerine dayanan bir mantığı var, hava sıkıştırıldıkça ısınan bir şey olduğu için bundan faydalanan bir sistem. Sistemin bir ucunda kompresör var orada hava sıkıştırılıyor ve soğuk hava buradan geçerek ısınıyor (termodinamikte işi akisi sıcaktan soğuğa doğrudur) daha sonra kendi sıcaklığını mekanın içindeki soğuk havayı ısıtmak suretiyle kendisi soğuyor sonra devr-i daim ederek bir daha ısınıyor filan böyle saçma bir sistem. Şu anki haliyle saçma biraz çünkü yine pahalı. Bill Gates de bu sistem eğer biraz daha verimli hale getirilirse belki bir alternatif olarak da kullanılabilir diyor. Bu sistem fakat bazı eyaletlerde green premium’u negatif. Bunun sebebi de bazı eyaletlerde doğalgazın çok pahalı oluşu. Bu eyaletlere örnek Rhode Island, Texas, Californioa ve İllinois verilmiş. Gerçi bu pahalılık bütün eyalet için geçerli değil sanırım çünkü hangi şehir olduğunu da vermiş. Belki biraz cherry picking yapıyor olabilir fakat kitapta hiç böyle bir temayül hissetmedim şimdi kendisine böyle yakıştırmada bulunmuş olmayayım.

Bölüm 9: Adapting to a Warmer World

Aslında bu bölüm tam olarak öyle “paranız yoksa sıcağa alışın” gibi bir zihniyet ile yazılmış bir bölüm değil. Burada daha çok bu iklim felaketlerinin olduğu gerçeğini kabul edip bu sorun çözülene kadar da bu felaketlerin olmaya devam edeceğini de kabul etmemiz gerektiğini ve sel gibi kuraklık gibi sorunlarla özellikle uğraşmamız gerektiğini söylüyor. Mesela kuraklık için kurak ortamlarda yetişebilen mısır ekimi yapılması, aynı şekilde sel basan yerlerde de ona özel pirinç tohumlarını kullanmamız gerektiğini söylüyor. Sıcak hava dalgasından etkilenen yerlere biraz yatırım yapıp biraz o yerdeki insanların buna alışmaya çalışmaları gerektiğini dile getirmiş. Burada biraz ben şu endişeyi hissettim, şimdi bu tür iklim olaylarından etkilenen insanların yerlerinden ayrılıp göç etmelerini ve dünyada böyle bir kargaşanın yaşanmasını istemiyorlar. Çünkü bunların hepsi ekonomik aktivitelerin salahiyetini zedeleyecek unsurlar. İşte birkaç ağaç turu filan söylemiş bunları ekelim edelim diye. Gidenler vardır belki Fethiye, Ölüdeniz tarafında denizin içinde büyüyen bir ağaç var onun gibi ağaçların o tür yerlere ekilmesini öneriyor, onlar balıklara filan yuva oluyor iyi oluyor diyor.

Bölüm 10: Why Government Policies Matter

Çok kısaca konuşacağım bu bölüm hakkında çünkü mantığı çok belli, eğer devlet yardım etmezse (hem ekonomik teşvik hem de politik yatkınlık) hiçbir şey olmaz diyor. Bu aslında aşağı yukarı her iş için böyle her büyük iş için böyle. ABD sonuçta uzaya da böyle gitti. Aynı bunun gibi bir aksiyondan bahsediyor.

Bölüm 11: A Plan for Getting to Zero

Bu bölümde aslında şimdiye kadar olan bölümlerin hepsinin bir derlemesi yapılmış. Mantık da şu şekilde akıyor:

  1. Green Premiumları azaltmak için çalışmamız lazım bunun için de devletin bu işe el atması lazım, teşvik vermesi lazım, politikalarını ve bazı saçma kanunları buna göre düzenlemesi lazım
  2. Finansal piyasaların bu yatırım ortamını destekleyecek şekilde duruma yaklaşmasını sağlayacak aksiyonların alınması lazım

Genel mantık bu yönde, kitabın bu bölümde bu konular çok ayrıntılı şekilde açıklanmış. Ben bunları teker teker vermeyeceğim, fakat iyileştirme yapılacak şeyleri listeleyeceğim:

  • Şebeke ölçeğinde elektrik depolama sistemleri (bütün bir yıllık artan ve azalan ihtiyaçları karşılayacak cinsten)
  • Elektroyakıtlar
  • Gelişmiş bioyakıtlar
  • Sıfır-karbon çimento
  • Sıfır-karbon çelik
  • Sıfır-karbon gübre
  • Bitkisel ya da laboratuvar menşeili et
  • Yeni nesil nükleer enerji
  • Nükleer füzyon
  • Karbon tutucu sistemler
  • Yeraltı elektrik iletim şebekesi
  • Sıfır-karbon plastik
  • Geotermal plastik
  • İşi saklama
  • Yükseklere su pompalayıp potansiyel enerjisini kullanma
  • Kuraklık ve sel toleranslı tohumlar
  • Palm yağına sıfır-karbon alternatif
  • F-gazları içermeyen soğutma gazları (Flor içeren gazlar, SF6, NF3 gibi gazlar)

Yani gelişim olması gereken konular genel olarak böyle. Eğer yazı içerisinde değinmediğim noktalar bulursanız burada kitap içinde kesin vardır, kitabı okumanızı önereceğim bu konuda. Fakat bu özet genel olarak kitap hakkında %80’den fazla içeriği sunuyor.

Bölüm 12: What Each of Us Can Do

Bu bölümde bireyi 3 şapkası olan şekilde ayırmış.

  1. Vatandaş olarak
  2. Tüketici olarak
  3. Çalışan veya iş veren olarak

Vatandaş olarak, siyasilerden bu tür aksiyonları almalarını isteyin diyor. Genel olarak ABD için geçerli olan şeyleri yazmış. Mektup yazın filan diyor. Bizim ülkemizde ise yarar mı bilmiyorum. Biliyorsunuz Türkiye’yi küçümseyen biri değilim, bazen gerçekten gelımış bir ülke gibi davranıyor bazen de çok dağınık aksiyonlar alabiliyor. O yüzden bir şey diyemiyorum. Sivil Toplum Kuruluşları ile aksiyon alınmalı diyor.

Tüketici olarak, bu noktada da genel olarak karbon emisyonu yapan ürünleri tüketmeyin, piyasa zaten sizin isteklerinizi yerine kendisi getirecektir o zaman diyor. Elektriğinizi temiz elektrik kullanın, elektrikli otomobil alın, genel olarak tüketiminizi azaltın ve bitsel hamburger yiyin diyor.

Çalışan ve iş veren olarak, sıfır-karbon projelerde yer alın, bu yönde teknoloji geliştirmeye çalışın, erkenden yerinizi alın, politika yapıcılarla yakın çalışın, devlet teşviği alın gibi yukarıda anlatılan konuların uygulanış yöntemlerini vermiş.

Ben genel olarak kitabı iyi buldum. Konu gerçekten iyi çalışılmış ve çözüm için fikirler gayet net ortaya konmuş. Hatta bu fikirlerin bazıları da ciddi ciddi bilimsel olarak çalışılan şeyler. Öte yandan Bill Gater kendi hayatında uğraşmadığı hiçbir şeyi yazmamış ve bu konu hakkında konuşulması gereken hiçbir şeyi de açık bırakmamış. Zaten kendisi merak ettiği konular hakkında dünyada en başarılı akademisyenler kim varsa onlar ile çalışıyor. Beğendiği projeleri direkt olarak fonluyor, para yakmaktan kaçınmıyor. Kitap iklim değişikli için değil de bir genel kültür kitabı olarak da okunabilecek bir kitap. Dili de çok akıcı.

Stratejik olarak düşüncelerim de genel olarak, bu işin ciddi ciddi ele alındığını anladım. Kitap içerisinde birçok erken yatırım alanı söz konusu. Özellikle finansal piyasalarda bu yeni teknolojiler konusunda bir aksiyon alınması gerektiğini söylüyor. Bu tür gelişmeleri yakından takip etmek gerekiyor. Bu dönümüşüm 2030’a kadar kayda değer bir azaltımın yapılacağı ve 2050 yılına kadar da sıfır emisyona geçileceğini söyleyebilirim. Bunun için de benim en çok dikkatimi çeken şeyler, yeni nesil nükleer enerji, laboratuvar üretimi et ve bitkisel et, doğalgaz, hidrojen ve yeni nesil üretim yöntemleriyle üretilmiş çelik ve çimento gibi alanlar oldu.

Written By

Vitruvius Kadını

Click to comment

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

.

Bunları da beğenebilirsiniz

ABD Ekonomisi

ABD Merkez Bankası FED Mayıs ve Haziran FOMC toplantılarında sırasıyla 50 ve 75 baz puan faiz arttırımlarıyla kendilerine göre fazla ısınan ekonomilerini biraz olsun...

Econ 101

Enflasyon hakkında konuşmadan önce aslında nominal varlık – reel varlık nedir bunun bir ayrımını yaparak başlamak gerekiyor. Nominal varlık nedir diye anlatmadan önce de...

Sosyoloji

Politikayı küçümseyen ya da bir kenara koyan her birey profesyonel hayatında kaybetmeye mahkumdur, hadi hadi kayıp demeyelim de büyük bir potansiyelin kaybı diyelim buna....

BIST

Geçtiğimiz sene 2021 ve hatta 2020‘nin devamı gibi olduğu için 2020‘den bu yana düşünmek daha doğru olacaktır, dünya borsalarında ilginç hareketler gördük. Bundan tabii...

Ekonomi

Türkiye’de konservatif kapital, yani konservatif kafanın, zihniyetin elindeki sermaye 21. yüzyıl ideallerini anlamanın çok uzağında olduğundan kendisini 21. yüzyılın ikinci yarısına atmayı başaramayacak. Bunun...

Felsefe

Klasik dönem felsefecilerinden Platon ve Aristoteles‘in insan-topluluk-devlet anlayışı üzerinden siyaset nedir, neden yapılır, neden yapılmalıdır gibi konuları konuşacağımız bir yazı olacak. Bunu anlatırken de...

Econ 101

Enflasyonist ortamda paranın değerini korumak için yapılması gerekenler tarafında bu sefer daha özele inip borsa yatırımı enflasyonist ortamda iyi bir fikir midir konusunu tartışmamız...

Türkiye Ekonomisi

Bu konu kendi özelinde konu bana göre çok çarpıcı. Bunun sebebi de aslında Türk halkının fakirliğinin temellerindeki problemlerinden birinin Türk halkının kendi karakteristik özelliklerinin...

Sitemizde bulunan toplam yazı sayısı: 63