Connect with us

Hi, what are you looking for?

İkinci soğuk savaş ABD Çin

Uluslararası Politik

Okunma Süresi: 6 Dakika

İkinci Soğuk Savaş: Sino-Amerikan Soğuk Savaşı

Birinci Cihan Harbi yapıldıktan sonra, bu savaş üzerine yazılan yazılarda nasıl nitelendiriliyordu? Herhalde henüz daha bir ikincisi yapılmadığından Birinci Dünya Savaşı olarak yazmıyordu tarih kitaplarında. Bugün fakat İkinci Dünya Savaşı akabinde, bu savaşlara mazi sıralaması kabilinden isim vermek gerekti ve her türlü yazılı ve sözlü ortamda birinci ve İkinci Dünya Savaşı şeklinde bahsediliyor. Bunun bir benzerini daha bugünlerde yaşıyoruz, henüz ikincisi alenen yaşanmadığı için ya da henüz çok güçlü dillendirilmediği için belki, Soğuk Savaş dendiğinde akla direkt ABD ve Sovyetler arasındaki güç mücadelesi akla geliyor. Fakat yavaş yavaş artık bu savaş için birinci soğuk savaş adını kullanmakta fayda var. Çünkü şu an ikinci bir soğuk savaş dönemine girmenin arefesindeyiz, eğer bu raddeye gelindiyse de (arefesine geldiysek kendisine de geliriz) muhtemelen ikinci soğuk savaş dönemini de yaşayacağız diyebiliriz. Bu da İkinci Soğuk Savaş yani Sino-Amerikan Soğuk Savaşı.

Birinci Soğuk Savaş, İkinci Cihan Harbi’nin ardından hemen neredeyse başlayan bir süreç. Bu savaşın galipleri arasında ABD, İngiltere, Fransa, Rusya vardı. Aslında savaşı asıl bitiren şey Avrupa’daki savaşın bitmesiydi o da Kızıl Ordu’nun Alman Ordusu’nu yenip Berlin’e girmesiyle bitmişti. Fakat dünyadaki diğer cepheler hala aktifti savaşın resmi bitiş düdüğü de ABD’nin Japonya’ya attığı iki atom bombası olmuştu. Ondan sonra Birleşmiş Milletler’in Güvenlik Konseyi kuruluyor ve bu galip devletler aslında dünyanın nasıl bir yer olacağı konusunda tek yetkili merci olduklarını deklare ediyorlardı. Bu devletler de yukarıda saydığımız devletler, ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya. Daha sonra bu konseye bir de Çin katılıyor, bu da tam bir tartışma konusu, Çin ne alaka. Rusya galip taraflardan biri olarak aslında galibiyetin pek de avantajını süremediğini düşünmesi ve kendi ideolojisi liberal batıdan farklı olduğu için gerilim başlamıştı ABD ile arasında. ABD o sırada dünyada tek nükleer silahı olan devlet olma tarafındaki üstünlüğünü de Rusya ile paylaşmak zoruna kaldığından dolayı Japonya’ya yaptığı gibi yapamıyordu. Aslında ABD’nin kafasına göre dünyanın her tarafına nükleer bomba atmadaki en büyük engeli karşı tarafta da olmasıydı. Bu belki ABD için değil ama dünya üzerinde yaşayan insanlar için bir nevi güvenlik poliçesi gibi bir şey olmuştu bir denge söz konusuydu. Fakat Mutual assured destruction, MAD, olarak bilinen, nükleer güçlerin karşılıklı birbirlerini yok etme tehlikesi aynı zamanda bir denge hem de dengesizliğin kendisi olmuştu. Dünya bir korku halindeydi. Öte yandan bu yarış da dünyada yine birçok gelişmeye ve değişime sebep oldu. Bunlar hem politik, hem teknolojik tarafta kendilerini gösteriyordu.  Bu didişme ilk darbesini 1986, 26 Nisan’da Pripyat şehrinin Chernobyl kasabasındaki Nükleer Santralin patlamasıyla aldı, daha sonra bu rezalet sovyetlerin sarsılmasına sebep oldu. 1989 yılında Berlin Duvarı yıkıldı ve iki farklı Almanya artık tek bir Almanya haline gelmişti. Bu Sovyetler için büyük bir darbe anlamına geliyordu. Ardından 26 Aralık, 1991’de Sovyetler Birliği resmen dağılmıştı, dolayısıyla da Soğuk Savaş bitmişti, ABD kazanmıştı.

Soğuk Savaş’ın, belki artık Birinci Soğuk Savaş’ın demek gerekiyor, galibi ABD zafer sarhoşluğu içerisinde tekrardan dünyanın tartışılmaz süpergücü haline gelmişti. Fakat resmi olarak da askeri operasyonlar yapması için bir sebebi de kalmamıştı. Daha önceden komünizm tehlikeli, Sovyet tehlikesi diye istediği yere istediği askeri yığınağı yapabilen ABD’nin politik olarak, halklara anlatacağı o süper kartı artık yoktu. Bunun için de 2001, 11 Eylül saldırıları ardından, bu ihtiyaç duyduğu karanlık kötü düşman olarak, global islami terör’u seçmişti. Artık Soğuk Savaş zamanlarındaki kozu tekrar ellerindeydi ABD’nin. Global islami terörü destekleyicisi olarak niteledeği Orta Doğu’lu diktatörleri hedef göstererek, onların dikta ettikleri bölgelere demokrasi getirmeye başladı teker teker. Daha 1993’te bunun zaten temeli Irak’ta atılmaya başlanmıştı. 11 Eylül World Trade Center saldırılarından sonra da resmi adı konulmuştu. Afganistan’daki varlığının bir bahanesi olarak kullanıldı El Kaide ve lideri Uşame Bin Ladın. El Kaide’nin birçok aşka kolu türedi o coğrafyalarda. Birçoğu da Türkiye’nin sınır hattında, Arap Yarımadası içerisinde peyda olmuştu. Usame Bin Ladin 2011 yılında, Obama döneminde  öldürüldü. Tabii ki o öldürülmeden önce bugün dünya kamuoyunda ISIS olarak bilinen, Islamic State of Iraq and Syria, kurulmuştu. Bunun da lideri Abu Bakr al-Baghdadi, yani Ebubekir el-Bağdadi idi, o da Trump yönetimi zamanında 2019’da Suriye’de öldürüldü. Peki bu ISIS denen terör örgütü hala gerçekten aktif mi yoksa yerine çoktan bir başkası peyda ettirilmiş midir? Yoksa ABD Afganistan’dan Ağustos 2021’de tamamen çekilerek, bu global islami terör kartına ihtiyacı olmadığından bu işlerin peşini bıraktı mı? Eğer böyle ise bu seferki yeni global düşman kim? Çin olabilir mi? Bu da İkinci Soğuk Savaş olarak yazılacak bir olay mı belki 2060’li yıllarda yazılacak tarih kitaplarında? Bence pek mümkün.

Hatırlarsanız Trump başa geldiği zaman hatta daha seçim döneminde “ABD askerlerinin Orta Doğu’da ne işi var?” diyordu. ABD’nin de başkan başkana değişen bir dış politikasının olmadığını biliyoruz aslında. Genel olarak gelımış ekonomilerin politikaları kişilere göre belirlenen şekilde ilerlemezler. Her başkanın kendi doktrini olur fakat bu Türkiye’de sık sık duyduğumuz 180 derece değiştireceğiz gibi söylemleri duyamayız bu tür ülkelerden keza Trump ardından gelen Biden, zihniyet olarak neredeyse Trump’ın tam tersi bir ideolojiye sahip biri ve Trump Cumhuriyetçilerden iken Bide Demokratlardan. Buna rağmen dahi dış politikada tamamen aynı adımları atıyorlar. Trump’ın geri çekilmesini bugün Biden daha da vites yükseltmiş şekilde devam ettiriyor. Öte yandan Trump zamanında ABD’nin Çin’e karşı başlattığı “ticaret savaşları” konusu var. Belki de bu ticaret savaşları ABD ile Çin arasındaki olası soğuk savaşın başlangıç noktası olma ihtimalini masaya koyuyor. Bu da tabii ki akıllara direkt olarak, “artık düşman olarak global islami terör bırakıldı da yerine Çin mi kondu?” düşüncesini getiriyor. Buradaki düşman bizim kendi günlük hayatımızda anladığımız düşman değil. Bir nevi ABD’nin bütün dünyada yine eskisi gibi kafasına göre aksiyon alabilmesinin önünü açacak bir tür koz olarak düşünmek gerekiyor. E bu da yine ABD dış politika tarihindeki büyük dönemlere de uyuyor. Şimdilik bu kısmı kabaca toparlarsak, İkinci Dünya Savaşı sonrası hegemonyayı İngiltere’nin elinden almasıyla başlayan;

  1. Sovyetler ile global güç mücadelesi (1. Soğuk Savaş)
  2. Global islami terörü bitirme (dünyanın jandarmalığı dönemi)
  3. Çin ile global güç mücadelesi (2. Soğuk Savaş)

olarak özetleyebiliriz. Tabii ki buradan konu hemen dünyada ne gibi değişimler olabilir konusuna geliyor. Malumunuz Birinci Soğuk Savaş döneminde çok ciddi bir uzay yarısı vardı ABD ve Sovyetler arasında. Bu dönemde elektronik alanında ciddi gelişmeler oldu ve bilgisayarlar yaygınlaştı, yazılım denen şey doğdu. Sovyetlerin çöküşü ile internet dünyada yayılmaya başladı, bunun Sovyetlerin çökmesiyle bir alakası olduğu cephesinden söylemiyorum, sadece mazı sıralamasına göre denk geliyorlar. Peki bugün ABD ile Çin arasındaki bu yarış neyin yarısı gibi duruyor? ABD Ay’a gidince kazanmış sayılması gibi bir şeyin bugünkü ikamesi ne olacak? Telekomünikasyon standartlarının belirlenmesi mi olacak yoksa metaverse mu olacak yoksa tamamen dijital toplum dönüşümü mü olacak? Yoksa resmen bunlar çift kutuplu şekilde mi ilerleyecek?

Bütün bunları öngörmek çok zor, zaten spesifik olarak ne oalçağını öngörmeye çalışmak da doğru değil. Öte yandan dijitalleşme tarafında da yarışın daha da sertleşeceğini söylemek ama gayet mümkün. Özellikle de bu iki süper gücün birbirlerine karşı yapacakları siber ataklar kaçılınılmaz. Bu yüzden de siber güvenlik alanında ciddi gelişmeler beklemek yersiz olmaz. Fakat daha da önemli olanı özellikle 20 yıllık yani kabaca 20 yıllık genel trendi tahmin etmek olacak. Benim genel düşüncem, ABD’nin Irak çıkartmasına karşı Türkiye’den tezkere çıkmayışıyla global olarak çok büyük bir itibar kaybına uğradığını ve hatta ABD’nin itibar kaybının net şekilde koyulduğunu düşünüyorum. Biden’ın seçim propagandası da nasıl Trump’ın “make America great again!” idiyse, “America is back!” söylemiyle gelmişti. Amerika gerçekten geliyor mu yoksa gidiyor mu diye baktığımızda, Afganistan’dan çekilen Amerika’nın ben yakın zamanda Orta Doğu’dan da çıkacağını düşünüyorum. Fakat bu çıkışı kendi rızasıyla mı olacak yoksa Türkiye ile yaşanacak bir çatışma ile mi olacak bunu öngörmek zor. Şunu söylemek ise yerinde olur, Amerika dikkatini kesinlikle Pasifik tarafına vermesi gerekiyor ve bu AUKUS paktı bunun ilk aşaması idi. Bunun da yeni başladığını rahatlıkla söyleyebilirim. Hemen sebebini arz edeyim: Avustralya’nın dizel-elektrik denizaltı üretiminden vazgeçip nükleer denizaltı siparişi geçmesi bunun en büyük işaretidir. Bu noktada da Fransa’ya atılmış ciddi bir nanik söz konusu. Bu da yine Fransa’nın güç kaybının burada kalmayacağının göstergesi. Suriye ve Irak hattında Fransa’nın da ciddi etkisi var, ve buradan çekilen bir ABD, Fransa’yı bir kez daha yalnız bırakmış olacak. Fransa’nın emperyal hüviyetini kaybetmesi ise Pasifikteki sömürgelerini ve Afrika’daki sömürgelerini kaybetmesiyle olacaktır. Pasifikteki sömürgelerini kaybedeceğini düşünmüyorum fakat Afrika’daki sömürgeleri için aynısını söylemek güç. Öte yandan Pasifikte Çin ile NATO arasında çıkacak bir sıcak çatışma Fransa’nın pasifikteki adalarını kaybetmesiyle dahi sonuçlanabilir. Bu kayıp Çin’in orada o adalar ele geçirmesi ile değil yükümlülüğün NATO’ya verilip oradan Fransa’nın etkinliğinin zamanla azaltılması olarak vuku bulabilir. Unutmamak gerekiyor ki NATO önümüzdeki dönem kesinlikle sadece askeri bir birlik olarak değil aynı zamanda siyasi bir kurum olarak da çok karşımıza çıkacak. Hatta eğer Birleşmiş Milletler’in yapısı değişecekse, bu yapı değiştirme sürecinde kısa bir süreliğine o vasfı NATO eline alabilir. Kısa süreden kasıt burada yine nerden bakılsa bir 20 seneye filan tekabül ediyor tabii ki.

Bundan yaklaşık bir 10 sene önce ABD ordusu için “The American Military: Without rival and without victory” nitelemesi yapılırdı. Bugün için artık bu sözün yarısı de facto olarak anlamını yitirmiş vaziyette. Amerikan ordusunun artık bir rival‘i yani bir rakibi var, fakat hala henüz bir galibiyeti yok. Bakalım diğer yarısı da değişecek mi? Aslına bakarsanız zaten güçlü bir ordunun gerçek bir savaş galibiyeti olmaz, çünkü caydırıcıdır. Eğer bir ordunun rakibi çıkmışsa bu galibiyetsizlik durumu evet matematiksel olarak hala devam edebilir fakat ihtimallerden biri de mağlubiyet de söz konusu olarak masaya gelir. Açıkçası ben bunun bu şekilde yani bir mağlubiyet durumunun olacağını düşünmüyorum. ABD eğer tekrardan hegemonyayı net bir şekilde ele geçirecekse bu ya ikinci soğuk savaş’ın kazanılması ile olacak ya da gerçekten bir sıcak çatışma çıkacak ve bunu da kazanacaktır. Aslında bu galibiyet bütün NATO’nun olacak, ama NATO’nun en büyük ordusu ve yöneticisi olarak ABD hanesine yazılacaktır bu galibiyet. İkinci Soğuk Savaş bitmeden de bir Üçüncü Dünya Savaşı beklemiyorum. İkinci Soğuk Savaş’ın da Soğuk Savaş niteleğini kaybederek Üçüncü Dünya Savaşı demeyi gerektirecek bir şekilde büyük bir çatışmaya sebep olacağını da düşünmüyorum. Bu tantanalı dönem bizi 2030’lara taşır, 2040’lara ama vardırmaz. 2040 için ise konuşmak için bence henüz erken. En azından 2022 yılını bitirip bir bu meşhur 2023 yılını yaşamak gerekiyor öncelikle.

Written By

Vitruvius Kadını

Click to comment

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

.

Bunları da beğenebilirsiniz

Econ 101

Enflasyon hakkında konuşmadan önce aslında nominal varlık – reel varlık nedir bunun bir ayrımını yaparak başlamak gerekiyor. Nominal varlık nedir diye anlatmadan önce de...

BIST

Geçtiğimiz sene 2021 ve hatta 2020‘nin devamı gibi olduğu için 2020‘den bu yana düşünmek daha doğru olacaktır, dünya borsalarında ilginç hareketler gördük. Bundan tabii...

Sosyoloji

Politikayı küçümseyen ya da bir kenara koyan her birey profesyonel hayatında kaybetmeye mahkumdur, hadi hadi kayıp demeyelim de büyük bir potansiyelin kaybı diyelim buna....

Ekonomi

Türkiye’de konservatif kapital, yani konservatif kafanın, zihniyetin elindeki sermaye 21. yüzyıl ideallerini anlamanın çok uzağında olduğundan kendisini 21. yüzyılın ikinci yarısına atmayı başaramayacak. Bunun...

Felsefe

Klasik dönem felsefecilerinden Platon ve Aristoteles‘in insan-topluluk-devlet anlayışı üzerinden siyaset nedir, neden yapılır, neden yapılmalıdır gibi konuları konuşacağımız bir yazı olacak. Bunu anlatırken de...

Finans

Bu yazı daha önce başka bir yerde yayınlanmamış, direkt olarak Postevre’ye yazılmış bir yazı olacak ve konumuz da DeFi yani Merkeziyetsiz Finans. DeFi denen...

Econ 101

Enflasyonist ortamda paranın değerini korumak için yapılması gerekenler tarafında bu sefer daha özele inip borsa yatırımı enflasyonist ortamda iyi bir fikir midir konusunu tartışmamız...

Econ 101

Merkez bankaları bulundukları ülke piyasanın sorunsuz işlemesi için gerekli para arzını ve akışını kontrol eden bağımsız kurumlar olarak ortaya çıkmışlardır. Bu yazıda merkez bankacılığı...

Sitemizde bulunan toplam yazı sayısı: 61