Türkiye’de tartışma kültürünün rezalet oluşu ile başlamak gerekiyor
Konu kadın cinayetleri fakat daha “kadın cinayetleri” bile diyebilmek için öncesinde bir ton laf konuşmak gerekiyor çünkü Türkiye tam bir postmodern söylem çöplüğü. Bu her alanda böyle. Özellikle felsefeye ihtiyaç duyulan alanlardaki tartışmalarda ikinci tur dönüşte hemen bir mugalata devreye alınıyor ve bu kimi uyanıklar tarafından sadece o tartışmayı kazanmak için manipülasyon amacıyla yapılırken ciddi bir çoğunluk tarafından da aslında tamamen sosyal bilimler cehaleti yüzünden vuku buluyor. “Benim düşüncem böyle ve buna saygı duyacaksın!” gibi saçma bir argüman olamaz sosyal bilimler konuşulurken. Sosyal bilimler adı üzerinde bir bilim alanıdır ve Türk halkının aynı fen bilimlerindeki cehaletini de aratmaz. Buradaki yanıltıcı taraf ise tamamen sosyal bilimler ile fen veya doğa bilimlerindeki arasındaki farktan kaynaklanıyor. Fen bilimlerinde örneğin mekanikte, fenomenlere karşı gelmek imkansızdır. Basit bir örnek verecek olursak, makro sistemlerde yani gözle görünür elle tutulur cisimlerin dünyasında kimse ya da herhangi bir nesne duvarın içinden geçemez. “Hayır ben geçerim, benim isteklerime saygı duyacaksınız” derse biri rahatlıkla “buyur duvar orada geç içinden” deyip işin geri kalanını fiziğe bırakabiliriz. Hani o çok sinirli bir anda parlayan “erkekler” vardır ya, duvara yumruk atarlar, şaşmaz bir kesinlikte hep duvar kazanır. İşte bu kesinlik sosyal bilimlerin konularında olmadığı için -aslında bu kesinlik sosyal bilimlerin çalışma alanlarının belli kısmında yine vardır- ve sosyal bilimlerin icra yolunun ortamı genellikle yazı ve söz olduğu için, her ağzı olan kendisine bu verilmiş bu konuşma yeteneğini sosyal bilimlerin konusu olan alanlarda söz hakkı sahibi olduğunu düşünür. Bunu da basit bir örnek ile açıklarsak, aynı dertten musdarip olanlar hemen kavrayacaklardır meseleyi, her vatandaşın oy verme hakkı olduğundan ötürü kendisini politika uzmanı sanması yanılgısı güzel bir misal olarak kullanılabilir. Evet vatandaşın oy kullanması bir vatandaşlık hakkıdır, fakat bu onu siyaset uzmanı yapmaz. Politik konular üzerinde de her fikrinin doğru olmasını da gerektirmez. Bu konular üzerinde konuşmasını bir eğitim -kişisel gelişim de olabilir sistematik takip edilmiş bir eiğitim müfredatı da olabilir- gerektirmediği yanılgısı vardır. Bunu engelleyici bir unsur olmadığı içi böyle sanılır. Öte yandan daha çok doğa bilimlerinin konusu olan tartışmalar ya da üretimi olan eşyalar için bu durum farklıdır. Örneğin, bir atom reaktörü görse sıradan vatandaş muhtemelen ona dokunmaz bile. O konu hakkında bir bilgisi olmadığını bilir ve yapacağı bir yanlışta başına büyük dertler açılacağını bilir. Sosyal bilimlere ise böyle yaklaşılmaz bizim ülkemizde. Herkes sosyal bilimlerin alanlarına kendini söz sahibi sanır ve hiç gocunmadan rahatlıkla saçmalar. Bunların en başında da belki ülkemizin ciddi bir sorunu olan “kadın cinayetleri” konusu geliyor. Ne tür rezaletler var burada gelin beraber bakalım.
“Kadın cinayetleri Türkiye’de politikt…”
“Bir dakika öyle kadın cinayetleri diyerek olayı cinsiyete bağlı yapamazsınız”
Daha ancak “kadın cinayetleri”‘ne geldik
Görüldüğü üzere daha “kadın cinayetleri” dediğimiz anda dahi bir karşıt görüş teyakkuzda bekliyor bizi. Henüz daha hiçbir şey diyemedik bile ama neymiş cinsiyetçi konuşuyor oluyormuşuz. Konu nereye gidecek daha herhangi bir cihet belirmeden dahi ilk kelimede Türkiye’de bir reaksiyon ile karşılaşılabilir. Zaten bunun sebebi de aslında kadın cinayetlerinin sebebiyle tamamen aynı. Hatta genel olarak bütün toplumumuzun ortak bir problemi: eğitim. Eğitim en baş sebep, baş sebep derken de hiyerarşik olarak en tepede olan sebep demeye çalışıyorum. Yani gösterge sebep aslında ekonomiktir fakat ekonomil problemin başında da eğitim geliyor. Yani kadının kendi başına iyi bir gelir sahibi olmayışı söz konusu olduğu zaman işin ucu cinayete kadar varabiliyor. Bunun içerisinde yani kadın cinayetlerinin eğitim ile alakalı olan sebepleri içinde bir diğer unsur da ataerkil kültürdür. Ataerkil kültür daha erkek çocuğunu küçüklüğünden itibaren normalde hakkı olmayan şeylere sanki doğuştan sadece erkek olması hasebiyle hakkı varmış gibi yetiştirilmesine de sebep oluyor. Buda yine temel olarak aslında yerleşik düzene geçmiş insan topluluklarının kaçınılmaz bir kültürüdür. Yani çok daha eski dönemlerde bundan 50 bin sene önce mesela, çünkü neolitik dönem MÖ 9000 gibi bitiyor ve tarım toplumu başlıyor, insanlar henüz daha yerleşik hayatı kültürü gelişmemişti. Şehirler yoktu, toplum anlayışı yoktu dolayısıyla aile anlayışı dahi yoktu. Daha çok bir komün tarzı bir hayat yaşıyordu avcı-toplayıcı insan grupları. Bilim denen şey yoktu, dolayısıyla çocuğun sadece annesi kesin olarak biliniyordu. Baba kültü yoktu. Buna gerek de yoktu çünkü o komünde yapılan işler insanların becerilerine göre ayırt ediliyordu sadece. Yani işler komunün ortak faydası gözetilerek hallediliyordu. Yine dolayısıyla, nufüs kaydına gerek yoktu herkes hem tek başına hem de komünün bir parçası olarak geçiriyorlardı kısa ömürlerini. Tarım toplumuna geçildiği zaman ise artık gündelik işler söz konusu olur hale gelmişti. Yerleşik hayatın kendine özgü sorunları baş göstermeye başlamıştı ve bunun için de işgücünü yönetmek ihtiyacı hasıl oldu. İşgücü ise değerliydi çünkü bütün bir gün boyunca yapılması gereken işlerin halledilmesi ve güvenliğin sağlanması gerekiyordu. Dolayısıyla artık yeni doğanlar önem kazanmıştı, baba denen varlık çocuğunun kim olduğunu bilmek istiyordu iki sebep yüzünden: birincisi o kadar uğraşıp başkasının çocuğuna bakmak istemeyişi, ikincisi de ihtiyacı olduğu işgücüne sahip çıkmaktı. Çünkü kendi çocuğunu kendi işlerinde çalıştıracak ve daha stabil bir yaşam kurabilecekti. Zaten kapitalizmin tohumları zaten o zamanlarda atılmaya başlanmış oldu. Bunları Yuval Harari Sapiens adlı kitabında çok güzel özetlemiştir.
Şimdi kısaca ataerkilliğe değindikten sonra ataerkil kültürü ihtiyacımız olan yerde kullanacağız yazının devamında. Ataerkil kültürde kadın erkeğe ekonomik olarak bağımlı yaşar. Dolayısıyla da aslında kendi egemenliğini direkt olarak erkeğe teslim etmiştir. Zaten budur işte ataerkil kültür. Fakat burada bir zorlama söz konusu, bu zorlama sadece kadın üzerine bir zorlama değil aynı zamanda erkek üzerine de bir zorlama getirir. Erkek artık ailesinin bütün refahıyla sorumludur. Öte yandan binlerce senedir fırsat bulduğuyla seks yapabilmiş olan hem dişi hem de erkek bu sefer birbirleri üzerine alışık olmadıkları bir sadakat cübbesi giymiş halde bulurlar kendilerini. Yukarıda bahsettik, çünkü işlerin organizasyonundan doğru şekilde yürütülmesinden sorumlu olan erkek başkasının çocuğuna bakmak istemez. Daha önceden komünün ortak bir üyesi olan insanlar bu sefer şecereye tabi olmuş halde bulurlar kendilerini. Yani bu büyük sorumluluğu alan erkek başkası tarafından döllenmiş bir çocuğa neden bakayım mantığı geliştirir halde bulur kendisini. Artık aile kavramı ortaya çıkmıştır ve aileler de toplumu oluışturmaya başlamıştır. Surplus yani üretim fazlası oluşmaya başladıkça malların birbiri ile takası ve dolayısıyla ticaret gelişmeye başlamıştır. Bu fazlanın biriktiği yerlerde zenginlik ve dolayısıyla da politik güç sahibi olan kişiler ya da gruplar ortaya çıkmıştır. İşte zaten Harari’nin de telaffuz ettiği “insanlığın en büyük dolandırıcılığı” noktasına gelinmiştir. Tekrardan hatırlatmakta fayda var çünkü bugün olan da bunun ile alakalı: insanlık binlerce yıl belki daha az konforda fakat kafasına göre yaşayagelmişti bugünlere, bu ani değişim -her ne kadar bu öyle hemen olmadıysa da- insanın alışık olduğu ve tümüyle sürüngen beyni yani amigdalasıyla hareket ettiği o dönemi artık geride bırakmanın şokunu yaşıyordu. Bu şok kesinlikle usa vurumla ya da mantık ile rasyonel düşünce ile ket vurulamayacak dürtülerin karşısında gelişen bir şoktu. Yaşamı kimseye ait olmayan insan artık bir şekilde birbirine çok bağımlı hale gelmişti ambarındaki birkaç kilo fazla buğday uğruna.
Türkiye’de bugün yaşanan bu kadın cinayetlerinin temelindeki problem aslında budur. Bu sürüngen beyiniyle baş etmekte zorlanan insanlar bir de fazla iyimserlikle birbirlerine verdikleri sözleri tutamaz hale gelince oraya çatışmalar çıkıyor. Yani bir kadın bir erkekle beraber olmayı kabul edip bir de üzerine evlendiği zaman umduğu hayatı yaşayamama durumunda bu durumdan canı sıkılır hale geliyor. Bu sefer de verdiği sözleri tutmamaya başlıyor. Bu noktada kadın cinayetlerinin sorumlusu kadının sözlerini tutmayışı kolaylığına kaçacak kişiler için bunun böyle olmayacağını uyarısını yapmak zorundayım. Bu noktada erkeğin de verdiği sözü daha kadından önce tutamadığını gözden kaçırmamak gerekiyor. Özellikle sosyal medya mecralarının da gelişmesiyle, özellikle son 10 yılda, bu tür vakalar daha da sık yaşanır hale geldi. Eğer bu tür cinayetler ile sonlanmasa dahi evlilik denen akdin bozulması da aynı gruba giriyor. Burada erkek yine vahşi ve sürüngen beyni ile yaşadığı durumu hazmedemeyip kadına fiziksel şiddet uygulaması ya da bunu daha da ileri götürüp kadını öldürmesiyle son bulan bir aksiyon alabiliyor.
Ataerkil kültürün etkileri kesinlikle unutulmamalı
Bu tür cinayetlerinde temelinde hatta ataerkil kültürün temelinde ekonomi vardır görüldüğü üzere. Hiçbir ekonomisi yerinde bu dünyada aşağı yukarı istediği refaha ulaşmış ailede bu tür cinayetler yaşanmaz. İstinai örnekler tabii ki daima verilebilir fakat bu sefer bu durumlar her ülkede olan istatistiklere inecektir. Yani ataerkil kültür ile bozutmuş bir erkek kendisine ters gelen bir davranışta kadına zarar verebilir ve hatta kadının ölümü ile sonuçlanacak bir aksiyona girişebilir. Bu kesinlikle sıfır rakamına indirilemeyecek bir durumdur. Fakat azaltılması mümkündür. Fakat bunlar bugün bizim konumuz değil bunlar daha çok medeni gelişimini tamamlamış toplumların problemleridir. Bizdeki durum ise medeniyetsizlik ile alakalı kısımındadır hala. Türk toplumunda kadının hala bir meta olarak görülmesi, erkeğin kadın üzerinde tam tahakküm sahibi olduğu inancı gibi unsurlar işi bir noktadan tam egemenlik noktasına kadar getirip, bir nevi nekropolitika konusu haline kadar getiriyor.
Türkiye’de kadın cinayetlerinin engellenmesi adına sosyal medyada yazının en başında anlatılan mugalatalar bol bol yapılıyor. Hukuk tarafında -sözde hukuk- bazı yeni değişikliklerin yapılması isteniyor. Bunlardan en aptalca olanlarından ikisi “idam” ve “hadım” cezaları. Öncelikle Avrupa Birliği kriterlerince Türkiye’de idam cezaları ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla ikame edilmiştir. Kısacası Türkiye’de idam cezasının önü kapalıdır. Ha bu değiştirilebilir mi tabii ki değiştirilebilir fakat Türkiye sebebi her ne olursa olsun başbakanını idam etmiş eve karga tulumba idam etmiş bir hukuk anlayışına sahip bir ülke. Bu idam cezasını kadın cinayetleri konusunda kullanılacağını düşünmek en hafif tabirle gerizekalılıktır. Buradan da açıkca söyleyebilirim ki idam cezasının geri gelmesini isteyen biri aptalın tekidir. Böyle bir şeyin olmasını engellemek için her vatandaş canla başla çalışmalıdır. Çünkü kendi canı da tehlikeye girecektir. Türkiye’de hukuk doğru tecelli ettirilmiyor. Bir kadını öldüren şahıs daha doğru düzgün ceza dahi almazken idam cezasının geri getirilmesini istemenin gerizekalılıkta başka açıklaması olmaz. Önce bu katillere toplumun vicdanını yaralamayacak kadar bir ceza verilsin de idamı eksik kalsın yani. İkinci gerikzekalıca istek de hadım cezasıdır. Bunu da sözüm ona Cumhuriyetçi ve yine sözüm ona aydın kesim istiyor bu cezayı. Bir kere hukukta ceza kişiye verilir. Dolaylı olarak ceza verilmez. Yani bütün olarak o suçu işleyene verilir. Yoksa bu mantıkla bir tecavüz illaki tecavüz edenin cinsel organı ile işlenmesini gerektirmez. Başka bir cisim de kullanılabilir. O zaman bu mantıkla diyelim ki birine yabancı bir cisimle tecavü edildi, ceza o cisme verilmesi gerekir. Kısacası hırsızın elini keselim, tecavüzcünün uzvunu yok edelim gibi mantık şeriat mantığıdır. Fakat dediğim gibi bizim ülkemizin kendisini aydın kabul edenleri de oldukça cahil. Türk halkı hissi hareket eden aşırı duygusal kararlar alan dengesiz bir psikolojiye sahip bir toplumdur. Sokakta yol vermedi diye rahatlıkla adam öldüren birisi eve dönerken yavru kedinin kuyruğu kapıya sıkıştı diye zırıl zırıl ağlayabilir. Kısacası salak bir zihin yapısına sahiptir Türk halkının geneli ve postmodernizmin -ben mugalata demekten hoşlanıyorum- fallacy ve anakronizma bataklığına düşmüş analitik düşünceden yoksun bir beyine sahiptir. Etrafı düşünemez. Böyle bir derdi de yoktur. İstediği hemen olsun ister. O yüzden bu idam, hadım gibi çözümleri bütün problemi çözecek sanır.
Eğitim sorunu her alanda olduğu gibi kadın cinayetlerinde de büyük rol sahibi
Kadın cinayetlerinin azaltılması ancak eğitim ile mümkündür. Eğitim almış bir kız çocuğu kendisine güzel bir kariyer planı yapabilir ve özgür bir kadın olarak da bir erkeğe bağımlı olmak zorunda kalmadan kendi hayatını kurabilir. Bu sayede de ekonomik kaygılar yaşamadan toplumun yetiştirdiği patolojik karaktere muhtaç olmaz. Kendi özgüveni yerine gelir ve doğru kararlar alır. Böylece de nispeten fakirlik yüzünden yaşanan bu tür olaylar yaşanmama başlar. Türkiye’deki birçok adli vakanın asıl sebebi ekonomiktir. Yaşanmaya değer bir hayatı olan insan hayatına sahip çıkar. En küçük olayda “ölürüm, öldürürm” gibi saçmalıklara girişmez. Dikkat edin bu şekilde aksiyon alan her bireyin aslında ekonomik zorluk çektiğini göreceksiniz. Çünkü hayat kendi başına yaşanmaz bir işkence halini alır vaziyete geldi ise o insan için ağzından bu tür “öldürürüm, gerekirse ölürüm” gibi aptalca laflar düşmez olur. Karşısındaki insanları ya kendi hayatlarıyla ya da karşsısındakilerin hayatlarıyla tehdit ederler. Bunun aile içi şiddet kapsamında olması ise sadece bir kategori halini vaziyettedir Türkiye özelinde. Yoksa geri kalan alanlarda da benzer durumları görmek çok mümkün. Trafikte dahi çok basit sebeplerden ötürü birbirini öldüren bir sürü mutsuz ve fakir insan var. Bir insan kendi hayatını yaşamaya değer görmüyorsa etrafındaki diğer herkes için bir tehlike halini almıştır çoktan. Burada yapılabilecek bir diğer unsur da o insanı ayağa kaldırmak olabilir. Bunu da gelene yaymak zaten ülke ekonomisini ayağa kaldırmak olacağından işin bir ucu aslında neredeyse tamamen politiktir. Emin olun bir ülkede insanlar ekonomik zorluklardan dolayı intihar ediyor ya da umutsuzluktan birbirlerini öldürüyorlarsa o ülkede politikacılar hırsızlık yapıyordur ya da ciddi israf söz konusudur.