Para denince aklımıza ilk gelmesi gereken şey paranın para olmasını sağlayan üç unsuru olmalı: a medium of exchange, a unit of account, ve a store of value. Nedir bunlar? Alışverişlerde kullanılmalı, fiyat belirleme aracı olarak, bilançolarda kullanılan birim olmalı, bilgi saklama aracı olarak, kıymet biriktirmede kullanılmalı, varlık ölçme aracı olarak. Bu üç özelliğin hepsinin temelinde de aslında bilgi iletme mantığı vardır. Aslında mekanik olarak da her şeyin temelinde iletişim ve bilgi aktarımı söz konusudur. Ses, ışık vs gibi fakat buralara girmenin şimdilik çok da alemi yok. Parayı icat eden de insandır, fakat insanın parayı icat etmeye ihtiyacı olmuştur, olaya bu şekilde bakmak yine paranın işlevini anlamak konusunda çok yardımcı olacaktır. Yani parayı aslında insanlar mal almak için ihtiyaç duymuşlardır, fakat bunu yaparken de bir elmanın kabuğunu soyarken, elmanın yarısını ziyan etmeden yapmak istemişlerdir, yani para olabildiğince hassas bir değer belirleme aracı olmalıdır ki alınacak mal veya hizmete fazladan ödeme yapılmamış olsun. Dolayısıyla, en temel kurallardan biri olarak şunu koyacağız: “bireyler, ellerinde para tutmak istemezler, mal almak için beklemek istemezler, fakat paranın değeri stabilse bu kuralları biraz gevşek uygulayabilirler“. Yavaş yavaş para nedir tıraş ediyoruz, heykel gibi, yavaş yavaş gözümüzün önünde belirmeye başlıyor, para. Dolayısıyla, alışverişlerde kullanılacak bir paranın, değer saklama yeteneğinin de olması gerekir. Bu iki özelliği varsa paranın, bilanço, muhasebe, hesap tutmada bir birim olarak, bilgiyi saklama aracı olarak kullanılmasının önünü açar. Eğer bu üç kuraldan en nihai kural hangisidir diyecek olsaydık, bilgi saklamayı tercih edecektik. Bilançoyu para cinsinden tutuyoruz en nihayetinde. Bugün parasal objeler, tamamen bu unit of account, yani muhasabe birimi, bilançonun tutulduğu currency olarak görülüyor. Bugün fiat money, denen, itibarı para ile çalışıyor insanlık. Yani para denen şey aslında üzerinde bir face value olan, yüzünde bir değer belirteçi olan, bir tür borç senedi, yani liability, işte bu liability dendiği anda da hemen peşi sıra merkez bankacılığı geliyor. Çünkü merkez bankaları aslında para basmaz, usulen liability alırlar üzerlerine, buna da para diyoruz. Banknote, banknot, banka sözü denebilir, üzerlerinde dikkat ederseniz merkez bankası başkanının imzası vardır, ancak o şekilde geçerlidir, daha doğrusu bir anlamı vardır, çünkü, o bir tür senettir, imzalanmış, hamiline de “üzerindeki değer kadar harcama yapılması durumunda bunu kabul ediniz lütfen“, mesajı taşır aslında. Bunun bir benzerini de pasaportlar üzerinde görürüz, pasaportlar üzerinde yazar ki third party‘e bu mesela gidilen ülkedeki pasaport memuru olabilir, “bu pasaport sahibi kişiyi lütfen gerçek kişi olarak kabul ediniz, biz bu kişinin varlığını onaylıyoruz, bize güvenin, ve bu kişiyi ülkenize sokun, lütfen” yazar. Bu da şu demektir, “karşında canlı kanlı gördüğün insan, legal bir insandır ve kaydı kuydu birzde vardır, bu insanın bütün bilgileri bizde vardır, bir aksilik olduğu zaman, biz kendi aramızda hallederiz, sen şimdilik bu insanın serbestçe dolaşmasına izin ver, nasıl olsa bu insan nihayetinde benim sorumluluğumda, bir şey olursa ben o insanı geri alacağım” demektir. Aynı banknote gibi, “bir şey olursa bana getir, bunun karşılığını sana öderim” gibidir. Zaten dikkat ederseniz yine, kağıt para ile yani banknote ile, pasaport kağıdı aynı kağıttır. Yani ABD vizesi ile ABD doları birebir aynı kağıttır. Bu Türk Lirası ve Türk Pasaportu için de geçerlidir. Daha genel çerçevede de bütün bu olaylar birer kayıt ve onay işidir. İşte bunlara alternatif yeni bir sistemin ortaya çıktığı bir dönemde yaşıyoruz. Blockchain! Bu konu üzerinde daha sonra konuşacağız. Bugün para ile devam ediyoruz.
Para sistemleri o ülkedeki -aslında ülke olması da şart değil ya neyse, o egemenlik alanı içerisinde diyelim- ekonominin, yani günlük ticaretin ve makro düzeyde üretimin, daha iyiye gidebilmesi için yardımcı olarak devreye alınan sistemlerdir, sistematiktir. Para sistemi altında yapılan daha küçük düzeyli aksiyonlara da para politikası diyeceğiz. Yani bu yukarıda bahsettiğimiz çok uyanık “büyük resmi gören ve çözen” youtuberlar gibi dünyada birkaç aile sadece insanlığın kötülüğüne olsun diye uğraşıp ortaya çıkardığı politikalar filan değildir. Bunun en basit örneğini şöyle vermek mümkün, -tarihçesi açısından referans vereceğim burada her şeyi anlatmak mümkün değil- çok kabaca, altına ya da gümüşe ya da her ikisine bağlı, bimetallic, bir ekonomi için, paranın bu tür kendinden değeri olan, intrinsic value, metal değeri olan ve paranın asıl değeri bu şekliyle sabit olan bir ekonomide, ekonomik büyüme, yani hasıla artışı, parayı sıkıştırır ve paranın değerlenmesine sebep olur. Değerlenen para bu sefer mal ve hizmet tarafında bir değersizleşmeye sebep olur ve buna da zaten deflasyon deniyor. Önceki borçlar, deflasyon sebebiyle ödenemez hale gelir, çünkü yeni kazanılacak olan para daha az olacaktır ve eski borcun nominal yükü deflasyon sebebiyle artacaktır. Böyle bir şey olmaması en azından debasement denen, intrinsic value yani metalin kendisinden gelen paranın fiziksel olarak değerinin düşürülmesi, bu yıpranma ile de olabilir, kasıtlı şekilde başka metaller katılarak asıl değerli metalin muhteviyatını azaltmak da olabilir, yöntemle, deflasyon, en azından, ortada dolaşan paranın görünen değeri cinsinden sabit tutulmaya çalışılmıştır. Bu da tabii ki doğal olarak bu debasement yapılan paranın değeri aslında değişmeyen sabit bir paranın varlığı ile desteklenmeye ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Kabaca “ya tamam bu debasement olsun da, biz yine de bunun debasement yapılmamış halinin değerini de bilmeye devam edelim bir yandan” mantığı işler. Bu yüzden Gresham’s Law diye bilinen kural “bad money drives out good money” kavramı ortaya çıkar. Bu da şu demektir kabaca: “altın değerli bir para, biz altını öyle günlük transaksıyonlarda fazla kullanmayalım, yıpranmasın, öyle insanların eline çok geçmesin, törpü filan atmasınlar paraya, onun yerine gümüş para kullanılsın, bunun değerini de biz altın ile ölçeriz bir şekilde nasıl olsa” diye rahat anlaşılır bir şekle çevirerek anlayabiliriz.
Artık yavaş yavaş paranın nasıl bir tarihi olduğunun resmi çiziliyor olması lazım değil mi gözümüz önünde? Bu bahsettiğim zamanlar ise ortaçağ filan da dahil. Duka altını mesela, çok sonra ortaya çıkmış bir para, fakat aynı mantık ile çalışıyor yine bu duka altını da. Burada da aslında bazı regülasyonların yapılamamasının sebebi de teknoloji yetersizliği. Mesela bu debasement denen olay, eğer bir altın coin 0.1 mikro gram filan törpülenebilse, bu altınlar piyasada olmaya devam edecekti muhtemelen fakat böyle bir teknoloji olmadığı için debasement yoluna gidilmiş, -çünkü bu teknoloji var elde- daha çok alaşım değerinin düşürülmesi mantığına yani. Misal olarak söylüyorum, 1000 tane altını alıp eritip, bunun içine 10 tane nikel coin atarsanız, %1 değer kaybına uğratırsınız bir altın coini. Fakat hali hazırda eldeki 1 coini törpüleyip %1’ini almak ya da %0.1’ini almak çok zor. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Tam da işte bu “good money bad money”, debasement gibi durumların ortasında yavaş yavaş face value denen kavram ortaya çıkıyor. Yani bir gümüş coinin üzerinde bir rakam yazıyor, değeri budur deniliyor, fakat insanlar hala o gümüş coinin metal içeriği değerine göre de bir hesapları kafasında var, böyle bir sistem ile devam ediliyor bir süre. Bu da paranın yokluğundan dolayı ekonominin yavaşlamaması adına insanlar kabul ediyor. Bu aslında direkt olarak fiat money denen itibari para ile aynı mantık bir bakıma. Yavaş yavaş legal tender denen şeye yaklaşıyoruz bakın dikkat edilsin lütfen. Bugün 100 dolarlık bir banknote için kağıt değeri diye bir şey söz konusu değil zihnimizde, fakat işte bu banknote bizim için muteber, neden? Bunun sebebi de o bimetallic dönem denen zamanlarda debasement ile yavaş yavaş alıştığımız paranın aslında bir kere kabul edildikten sonra metal içeriğinin değerinin çok da önemli olmadığı ya da olmayabileceği anlayışının tamamen kabul edilmiş hali yüzünden bugün dolara muteber gözüyle bakabiliyoruz. Tabii ki doların arkasındaki güven unsuru burada asıl söz konusu olan. Çünk biliyoruz ki FED, Amerikan Merkez Bankası, Federal Reserve, “paranın itibarını korumak için elinden gelen her şeyi yapar, gerekirse harbe bile girer” düşüncesi var kafalarda. Çünk bu dolar neden değerli oldu bir anda, İkinci Cihan Harbi’nden sonra dünyanın hegemon gücü oldu da o yüzden. Dolardan önce mesela British Sterling vardı.
Şimdi çok kısaca en önemli terimleri burada sıralamak istiyorum, bunları hemen bir kez daha birbirlerine bağlayacağım ve devam edeceğiz. Legal tender denen şey aslında belirli bir yüksek mercinin “bu şey borç ödemelerinde kullanılabilir” gücünü verdiği -o paraya- izindir. Eskiden para ile mal alınır diyorduk bugün borç para ile ödenir diyoruz. Dolayısıyla para eşitti borç diyebiliriz. Birnevi bilgi saklama bir nevi muhasebe tutma birimi yani unit of account. Bu da işte fiat money denen şeyin meşruiyyet kazandırılmış halidir aslında. Yani bir kağıt, sonuçta, itibar ile değer kazanabiliyorsa, her itibarlı olan şeyin para olmasından ayrılabilmesi için konan bir hüküm, kanun ne derseniz deyin artık, budur legal tender. Buradan tabii ki kâr ediliyor aynı zamanda, bu kâr işte aslında senyorajdır. Senyoraj hakkı o bölgede egemen olanın yani devletin hakkıdır. Bu senyoraj denen şeyin tarihdeki ilkel hali de debasement diyebiliriz. Senyoraj kabaca, değeri olmayan bir yere değer atfetme gücü ise eğer, debasement da değerli olan şeyin içinden değer söküp onu hala ama aynı değerde kabul ettirmektir diyebiliriz. Şimdi bomba yere geliyoruz, böyle metal değeri olan bir şeyin değerinin sökülmesine debasement diyorsak, legal tender‘in değerinin sökülmesine de depreciation diyeceğiz. Depreciation ile inflation aynı periyot ve frekans gibidir. Yani bir paranın –nominal varlık– depreciation miktarı o parada olan enflasyona karşılık gelir. Depreciation aslında reel varlıklar üzerinde kullanılır, yani bir ev eskir, 30 yıl sonra da o evin bugünkü değerinde olması için o eve harcanması gereken parayı hesaba katmak için ihtiyaç olunan çarpan işte depreciation oluyor. Bu tür reel varlıkların depreciation hesaplarını yapabilmek için tabii ki inflation oranı da hesaba katılmalıdır fakat bu söz konusu varlık reel varlık değil de nominal varlık olunca depreciation ile inflation birebir aynı şey olmuş oluyor, sadece birinin tersi gibi davrniyorlar denklem içerisinde. Yani paradaki depreciation, inflation’a sebep olur gibi düşünebiliriz. Para denen şeyi git gide daha iyi anlıyoruz değil mi? İçimize bir kıpırtı geliyor değil mi? Düşünün işte bu kripto paraları artık hangisi iyi hangisi kötü bir bakış anlayabileceğimiz noktalara geleceğiz. Bu kadarı bile aslında yeterli de daha da ilerleyecek bu becerimiz.
Artık yavaş yavaş günümüze gelebiliriz. Birinci Cihan Harbi sonrası kurulan yeni dünya düzeninde imparatorluklara yer yoktu. Çünkü 1789 Fransız İhtilali yükselen milliyetçilik sayesinde imparatorluklar altındaki farklı milletlerin kendi devletlerini kurmada önlerini açmıştı. Bu millyetçiliğin yükselişi de aslında birebir olarak resmi kölelik anlayışının son bulması ile de ilgilidir. İnsanın bir birey olduğu ve yöneticilerin öyle göklerinden gönderilen, tanrı ile birebir ilişkide olan insanlar olmadığı filan uyanışı diyelim. Kurulan bu yeni devletlerin tabii ki ekonomik hayatları da eskisi gibi olmayacaktı. Kendi paralarını oluşturmaları gerekiyordu ve bu paranın değerinin b;r yere bağlı olması lazım gibi sorunlar söz konusu idi. Buralarda da ayrıntılı tarihi bilgiler vermek yerine, çünkü bunlar ibadullah var internette, biz konuyu direkt altın destekli paralara getireceğiz. Bu devletlerin paralarının değeri arkasında altının varlığı ile ilgiliydi. Fakat buradaki sorun şu oluyor yine yukarıda dediğimiz gibi, ekonomi büyüdükçe, yani üretim arttıkça sistemdeki altın miktarı ekonominin büyüme hızına yetişemediği zaman deflasyon sorunu ortaya çıkıyordu. İşte başta itibar kazandırmak için aynı mars almayan bir otomobili vurdurmak gibi parayı altına bağlayıp daha sonra yeterince hız kazanan ekonomiyi yavaşlatmamak adına da altın ile olan bağ koparılıyor. Altın ile bağ 1944 yılında Bretton Woods Anlaşması ile yapılıyor, daha sonra 1971’de Nixon bundan dönüldüğünü deklare ediyor. Tabii ki bu sırada da yavaş yavaş altının değeri dolar cinsinden yükseliyor. Kabaca da burada asıl önemli olan nasıl bundan 200 sene önce öyle çalışarak filan toprak sahibi olmak mümkün değildi ise bugün artık çalışarak bu tür şeylere sahip olmanın önü açılıyor bir bakıma. Çünkü deflasyon gerçekten yine var fakat bu borçların döndürülmesi tarafında sorun teşkil etmeyecek şekilde var. Bugün eğer gerçekten biz hala altın kullanmaya devam etseydik, altın daha önceden bir şekilde kapılmış insanlar tarafından sıkı sıkı tutulacaktı ve yeni doğan insanların bu altına sahip olması miras dışında çok zor olacaktı. İşte buna zaten hanedanlıklar deniyor çok kabaca. Kabaca lafını da öyle rastgele kullanıyor değilim. Sadece bun bağlı değil demek istiyorum aynı zaman bu kelimeyi kullanarak. İşte burada Keynes’in altın için “barbarous relic” ifadesini neden kullandığını da iyi anlıyoruz.
Günümüz dünyasında, bugünlere kadar diyelim çünkü bundan sonra ne gibi değişikliklerin olacağını bu yazıda kestirmek yersiz olacaktır fakat şerhini düşmek önemli, uluslararası para organizasyonlarına ihtiyaç duyulmuştur. Bunlardan biri Dünya Bankası bir diğeri de Uluslararası Para Fonu, IMF, kuruluş 1945 olarak karşımıza çıkıyor. Bunların dertleri de aslında İkinci Cihan Harbi sonrasında bu devletlerin paralarını nominal anchor denen, nominal çıpalara bağlamaktı. Bugün biz bunu sabit kur rejimi olarak biliyoruz. Sabit kur rejimi ne ise yaradı? Sabit kur rejimi henüz o gelişmemiş ekonominin, ekonomisinin enflasyondan azade sekilde yürütülmesine olanak sağlamıştı. Yani aynı ABD’nin altın standardına bağlı olduğu zamanlar gibi. Ekonomi kendi içerisinde güven vermeye başladığı zaman da tabii ki tantanasız olmayacaktı fakat büyük yaralar açmadan bu altın standardından kopmak mümkün hale geldi. Bugün de işte örnek olarak Türkiye’yi verirsek eğer, 2001 yılında sabit kur rejimini nahai olarak terk etmiştir Türkiye ve yabancı para birimleriyle serbest kur rejimi ilişkisi kurmuştur. Kısacası Türkiye’nin ekonomisi yani mal ve hizmet üretimi ve günlük transaksıyonları yani ticareti ne kadar düzgün olursa, o kadar dengeli bir kur göreceğiz anlamına geliyor. Bu 2001 yılında dünya ekonomistleri tarafından, Türkiye’nin bu mertebeye eriştiriğini düşünmelerine binaen bu tercih yapılmıştı. Bundan sonraki 10 sene de yani 2011 yılına kadar bunun doğru bir görüş olduğunu gördük. Bugünlerde ise kurun bu derece dalgalı olması aslında bize tek bir şeyi söylüyor, Türkiye’nin hem mali hem de ekonomik olarak yani mal ve hizmet üretimi yönünde hala problemlerinin olduğunu konusunda ciddi bir gösterge olduğunu söylüyor. Türkiye bu durumu atlatır mı? Tabii ki atlatır fakat büyük ihtimalle bu yönetim altında bunu başaramayacak çünkü Türk Lirası’nın bu itibarı şu an yok. Bu itibarın oluşması için ya Türk Lirası tamamen sınırlı bir varlığa bağlanacak ki bu mümkün değil, ya nominal anchor olacak güçlü bir paraya bağlanacak dolar ya da euro’ya ya da idare el değiştirecek ve paraya güven gelecek. Bunların aksi halinde herhangi bir çıkışın da mümkün olmadığını bize zaten insanlığın para ile olan ilişkisinin tarihi söylüyor. Türkiye özelinde daha ayrıntılı da konuşacağız fakat kısaca bir şeyler söylemek gerekirse, bügün Türkiye’de alınan para politikası kararları ve kuru dengelemek adına yapılan tüm aksiyonlar sadece sadece riskleri daha da arttırıyor. Paranın ve ekonominin doğasına aykırı şekilde hareket ederek iyileşmenin olmasını beklemek rasyonel değil demek yeterli kalmaz. Bu resmen bir çılgınlık. Eğer ekonomide genel olarak iyileşme göreceksek dahi aslında kârdan ciddi zararlar edildiğini de göz önünde bulundurmamız gerekiyor.
Vitruvius Kadını

Pingback: Finansal Okur-Yazarlık 101 - 1x - Post Evre
Pingback: ABD Tarım Dışı İstihdam Verisi Ne Demek? - Post Evre
Pingback: Dolar'ın Rezerv Para Statüsü - Post Evre
Pingback: Kripto Paralar Hisse Senetleri ve Bono-Tahvil Arasındaki İlişki - Post Evre