Politikayı küçümseyen ya da bir kenara koyan her birey profesyonel hayatında kaybetmeye mahkumdur, hadi hadi kayıp demeyelim de büyük bir potansiyelin kaybı diyelim buna. Kesinlikle akıldan çıkarılmaması gereken bir realitedir bu politaka sahibi olmanın etkisi. Politika bir tür yalan söyleme sanatı da değildir öte yandan politika sadece dürüst olmak da değildir. Politika temelde ikna etmeye dayanan ve ikna için her türlü yöntemi kullanan ve her türlü eylemi içeren idare/hareket planıdır. Örneğin bir tehlike anında, büyük bir binanın nasıl boşaltılacağı, tahliye sırasında kullanılacak yolların, koridorların, kullanılmayacak olan koridorların, bina terkedildiğinde nerede toplanılacağının vs. bir plan haline getirilmesi bir policy, politikadır. Buna kendi özelinde “acil durum eylem planı” denebilir yani bir tür “acil durum politikası”. Politikası olmayan her şey savunmasızdır ve kara düzen içindedir, her türlü etkiye de açıktır. Politikayı yeren her insan kaybetmeye mahkumdur diyebiliyor olmamızın sebebi de bu yüzdendir. Süreç boyunca, maruz kalınan şeyler o kadar fazladır ki günün sonunda bu etki unsurlarından biri sizi şüphesiz yenecektir. Burada yenilgiden kasıt, tecrübeye çevrilip daha sonra daha güçlü olduğunuz o başarıya giden faydalı başarısızlık değildir. Burada mutlak yenilgiden bahsediyoruz, geri konması ciddi vakit isteyen ya da hiç mümkün olmayan büyük kayıplardan bahsediyoruz. Öte yandan da politikayı hayatının bir parçası haline getirmeyi becerebilmiş ve gerektiği yerlerde (yani profesyonel iş hayatında neredeyse her zaman) kullanan insanlar da bunun avantajını kesinlikle yaşayacaklardır.
Politika dendiği zaman akla kesinlikle ilk önce siyaset gelmemelidir. Siyaset çok daha farklı bir şey. Siyaseti de genel olarak tanımlayacak olursak, bunu bilimsel ya da kitabı bir tanımdan ziyade, politikadan farkı nedir şekliyle ele alındığı anda ortaya çıkan görüntüyü tasvir edecek bir tanım olarak kabul etmekte fayda var, genel olarak ülke yönetiminde halkı kandırmak için yapılan her türlü ulusa sesleniş, basın açıklaması, meclis konuşması gibi sahne şovuna dayanan hitabet ve belagat yetenekleri gerektiren bir şeydir siyaset. Politika kapalı kapılar ardında daha müthiş yetenekler tarafından ilmek ilmek işlenen bir tür kumaş ise siyaset de bu kumaşı tezgahta satmaktır diyebiliriz. Bu arada bu ayrım ya da daha doğrusu bu tanımlama referans istemez çünkü kendi kişisel düşüncemdir. Türkiye’de de genel olarak iyi politikacılar yoktur daha çok iyi siyasetçiler vardır. Bunların en başında gelen örneklerinden biri Recep Tayyip Erdoğan diyebiliriz. Kendisi müthiş bir siyasetçi, müthiş bir hatip, siyastı özellikle bu topraklardaki siyasetin modelini çok iyi biliyor. İnsanları etkileme tarafında yine müthiş etkili bir isim. Fakat benzer övgüleri politika yürütme tarafında söylemek mümkün değildir. Felsefe olarak her tür yetkinin tek kişide toplandığı otokrasi yönetim sistemini doğru bulan bir lider olarak, Ali Babacan’ın bir konuşmasında “biz yolsuzlukla mücadelede, şeffaflık, imar rantları konusunu çalışıp sunduğumuzda bize ne diyordu? ‘Bunları yaparsak ilk başkanı, ilçe başkanı bulamayız‘ diyordu” demesinden şunu anlıyoruz, idare konusunda aslında insanların kişisel hırslarını destekleyen ve kabartan bu şekilde de istediğini yaptırtan bir idare taktiği uyguladığını görüyoruz. Bu da aslında işin en kolayı. Sadece bu örnek üzerinden Recep Tayyip Erdoğan’ın iyi bir politika üreticisi olmadığını söylemek mümkün. Çünkü bu şekilde uzun süreli kontrolü sağlamak mümkün değil. Bu örnekleri de sade güncel olmaları ve isimlerin tanınır olmaları müsebbibiyle veriyoruz.
Bunların üzerine bir de hem siyasetçi hem de kötü politikacı örneği verelim. Mesela Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici, yukarıdaki videoda olduğu üzere, kendisi özellikle 2021 yılının son çeyreğinde yaşanan süper enflasyonist ortam hakkında konuşurken, “ben kasaptan et almıyorum, kendim kuzu kestiriyorum” gibi gudik bir açıklama yapıyor ve kendi meşrebince geçim sıkıntısı çeken halka enflasyonist ortamda ev iktisadi nasihatı veriyor. Tipik bir kötü siyasetçi örneği görüyoruz burada. Zaten kendisi iktidarın küçük ortağının muavini kabilinden bir parti. Yani iktidarın içinde olan bir parti aslında. Burada da genel olarak aslında hem halktan kopuş hem de asıl siyasetin AKP ve Recep Tayyip Erdoğan ve kurmayları tarafından yapıdliğini düşündüğümüzde Mustafa Destici ve partisi tabii ki zaman içerisinde tembelleşiyor aktif olarak idarede görev almadıkları için. Bu tür partiler iktidar içerisinde görev değil talimat alırlar. Görev almak için gerçekten seçilmek gerekir, halk tarafından o yetki meşru şekilde alınmalıdır.
İyi siyasetçi olmak için ortalama bir eğitim almış olmak, ortalama bir okur olmak yeterlidir fakat çok iyi bir hatip olmayı gerektirir. Zaten reçete de budur. İyi bir politikacı olmak içinse hem iyi bir hatip olmak gerekir hem de iyi eğitim almış olmak ve iyi bir okuyucu olmak gerekir. Politika hiçbir zaman sadece politika olmamıştır, içinde daima birden fazla ayrı sosyal bilim alanının yeri vardır. Genel olarak toplulukları yönetmek ile ilintli olduğu için ve bu topluluklar da insanlardan oluştuğu için insan denen varlığı iyi tanımak gerekir. İnsan davranışını iyi bilmek gerekir ve bu da ikiye ayrılır, birey olarak insan davranışı, kitle olarak insan davranışı. Sosyoloji iyi bilmek gerekir, bütün bunları iyi anlamak için de felsefeye çok iyi hakim olmak gerekir. Çünkü felsefeye hakim olundmadığı anda sosyal bilimler konuları öğrenilemez, ancak ezberlenir, ezber de ya gerektiği anda hatırlanmaz ya da gerektiği yerde kullanılmasına dair bir kıvılcım oluşturmaz insan zihninde. Ezberde önceki bilgiler ile organik bir bağ yoktur ancak bir bavul gibi durur zihin içinde o şey. O şey bilgi değildir, müstakil bir organik düğümdür beyin içerisinde. Kütüphanede duran ve kullanılmayan bir kitaba benzetmek mümkündür.
İyi politikacıya örnek vermek gerekirse, belki de dünyanın gelmiş geçmiş en iyi politikacısı olan Gazi Paşa Mustafa Kemal Atatürk tarihimizin en güzel örneğidir. Atatürk’ü bize anlatırken bu ülkenin eğitim müfredatı büyük hatalar yapmıştır. Atatürk’ü bizlerin özellikle onu tekrardan öğrenmemiz gerekiyor. Bu şekliyle bakıldığı zaman Atatürk’ün aslında bizimle resmen konuştuğunu göreceğiz. Direkt olarak bizimle konuşarak, ihtiyacımız olan şeylere birebir atıflar vererek önümüzü açmaya çalışmıştır. Türk halkını sadece kendi ömrünün kapattığı zaman aralığında kesiştiği insanları görmemiş, kendisinden sonra gelecek olan ve kurduğu bu ülkede yaşayacak olan her vatandaşı muhatab almıştır. Bu bile aslında nasıl üstün bir politika güttüğünün göstergesidir. Çağdaşlarına seslenmeyi zaten gündelik işi olarak gören Atatürk, geleceğin nesillerine de seslenmeyi ayrı bir görev olarak bilmiştir ve gelecek nesillere de görevler atamıştır. Örnek vermek gerekirse, özellikle havacılık ve uzay alanlarına özel bir ihtimam gösterilmesini salık vermiştir. Bugün anlaşılıyor ki bir ülke eğer üzerine bastığı toprağın hava sahasını da kapatamıyorsa aslında o bölgede kesinlikle egemen güç değildir. Bunun bir adım ötesi olarak da uzay gelmektedir ve bugün uzayda varlık gösteremeyen bir ülke dünyada da kale alınma noktasında önemini hızla yitirmektedir. Dikkat edilirse, iyi politikacı hakkında konuşmaya başlayınca konuşmanın hem içeriği hem de içeriğin kalitesi nasıl değişti bir anda. Bilim konuşulmaya başlandı. Mustafa Destici üzerinden örnek verirken ise gülünç bir rezillik mevzu ediyorduk.
Atatürk, bilimsel düsturu yerinde kullanarak yaptığı politikalar sayesinde bu kadar başarılı olmuş bir lider. Bunun bir benzerini de Churchill yapmıştır. İkisi de toplumlarına hitap edebilen liderler. Etkileyiciler ve ikna ediciler. Aralarında bir fark var: Atatürk hiçbir zaman mutlak başarısız olmamış. Churchill’in hayatında ciddi başarısızlıklar var. Bunun en büyüğü de zaten herkesin bildiği Çanakkale başarısızlığı. Sonrasında da İstanbul istilası başarısızlığı. İngilizler İstanbul’u aldılar. Girdikleri anda aldılar. Atatürk çok sakindi, bunu kabul etti ve sonra hiç çekilmeden İstanbul’u tekrar kuşattı Atatürk fakat bu sefer içten kuşattı. O meşhur “geldikleri gibi giderler” sözünün edilişinden bahsediyoruz. Teknik olarak Atatürk, Osmanlının kaybettiği İstanbul’u tekrar almış bir komutandır. Bunun tartışılacak bir yanı da yoktur.
Asıl vurguyu şu konuda yapmak gerekiyor, bu iyi siyasetçi ya da iyi politikacı gibi karakterler çok hızlı geçişkenlik göstermezler ve daha da önemlisi kolay yetişmezler. Bunlar hem kişiliktir hem de karakterdir aynı zamanda. Yani kişilik geliştirilebilen bir şey iken karakter ise daha temelde durur, doğuştan gelen özelliklerimizin toplamı, ortalaması diyebiliriz. O yüzden bu iyi siyasetçi ya da iyi politikacı karakterlerini bir kez analiz ettik mi bir daha bunların davranışlarında major değişiklikler olmayacağından dolayı aslında verilen kanaat ilanihaye kalabilir. Sonuçta herbir politikacıyı hisse senedi gibi her an izleyecek halimiz yok. Yıllara baliğ bir değişim gösterebilirler, kendilerini geliştirebilirler bu ayrı bir konu bunu zaten biz de gözlemleyebiliriz. Burada bizim bilinçli bir halk olarak yapacağımız şey, bu tür insanları gözünden tanıyıp ona göre ellerine erk vermektir. Çünkü siyaset toplumdan azade değildir. Toplum ne kadar kaliteli ise siyaset de ancak o kadar kaliteli olabilir. Eğer içinde yaşamaya değer bir ülke kurmak istiyor isek bu unsurlara dikkat etmeliyiz ve çevremizdekilerle de bu tür konuları konuşup ciddiye almalarını öğütlemeliyiz.
Vitruvius Kadını

Pingback: Chernobyl Dizisi ve Siyaset - Post Evre
Kesriye göçmeni
Şubat 26, 2023 at 7:46 pm
İnsanların yavrularına daha doğduğu an kulaklarına ezan ile birlikte ad koydukları bir ülkede,var düşünün siz bu toplumun ne ölçüde uygar bir düşünceyi,yaşamı,geleceğe umudu kendisine yakıştırmayı.
Bu gerçekliğin görülemeyip sağaltmayı düşünememek kısır döngünün sürüp gitmesinin birinci sıraki nedenlerinden olduğunun kanıtı değil midir?
Bu toplumun ezici çoğunluğunun yapısının bu olduğu bilinmiyor mu ?
En iyisi mi kendimizi bırakalım bu güçlü akıntıya gidelim,gidebileceğimiz yere kadar.
Belki de bir gece rüyamızda özlediğimiz yaşam düşünü görürüz.
Bu da bize yeter sanırım.