Birinci Bölüm: Tarih
Blockchain‘in ne olduğu konusunda özellikle geçtiğimiz iki-üç senede sayısız makale yayınlandı. Bu makalelerin çoğunluğu da blockchain teknolojisinin özellikle teknik tarafını anlatmayı amaç edinmiş makaleler olduğunu görüyoruz. Blockchain nasıl çalışır, protokolleri nelerdir gibi konuları kapsayan, bunlar hakkında bilgi veren belki daha sonra sonlarına doğru biraz da işin finans boyutunu anlatan çok daha az ihtimalle belki günlük hayatta bizlerin yaşamını nasıl değişterecek kısmına değinip konuyu kapattıklarını görüyoruz. Konunun DeFi, merkeziyetsiz finans, tarafında daha önceden bir yazı paylaşmıştık. Şimdiki yazıda da daha çok konunun sosyolojisi tarafından ele alacağız. Özellikle devlet ve yurttaş, birey ve chain dualiteleri olarak inceleyeceğiz konuyu. Konunun destekleyici olan, klasik dönem siyaset felsefesi ve günümüz siyaset yaşamı konusu da denkleme katılması gereken bir komponentidir.
Eğer devlet denen şeyin ne olduğunu Platon ve Aristoteles tanımlarına kadar ineceksek, ki inmek çok faydalı olacaktır, gelecekteki müstakbel devletin nasıl olacağını anlamak açısından. Bu filozofların devlet tanımları tabii ki bugünkü ihtiyacımız olan devlet yapısının gerektirdiği kadar girift değil. Fakat bu filozofların bakış açıları şu açıdan çok önemli: “bir devlet nedir, neyi kapsar, içindeki insanın bu devlet içerisindeki yeri nedir, genel olarak kurulmaya çalışılan anlam nedir“, gibi sorulara iyi cevap verirler, çünkü çok temeldirler. Temel sorulara cevap verince zaten bugünkü karmaşık devlet yapısını zaten nispeten içinde yaşadığımızdan ötürü, o giriftlik gelecekteki yeni devletin içinde nasıl olacak hissedebiliyoruz. Bunun da akademik bir incelemeye tabi tutulması lazım, fakat şunu da baştan belirteyim, bu yazı akademik bir yazı değildir, sadece belki akademik bir yazı için fikir oluşturma işlevi görebilir, bunu yaparsa da zaten bu yazı görevini hayli hayli yerine getirmiş sayılır.
Platon‘un devlet tanımı aslında ideal insan arayışından neşet eder. Yani Platon “ideal insan kimdir?” diye sorar, bunu cevaplardan daha sonra iş “ideal devlet nasıl olmalıdır?” sorusuna kadar gelir. Çok kabaca da Platon için ideal insan şudur: “ideal insan kendisini geliştirmek için vaktini harcayan, adaletli, hayvanı güdülerine sahip olabilen, düşün dünyasını durmaksızın geliştiren ve ürünleri ile de insanlara fayda sağlamayı amaç edinmiş bir hayat sürme peşinde olan insan.” olarak tanımlanır. Diğer bir kısa tanımı da belki filozof olan insandır. Bu insanların sistematik bir biçimde bir amaca binaen bir araya gelip, harmonik şekilde çalışabilmekleri şartı altında daha iyi bir yapının –konsül– ortaya çıkacağını düşünmüştür. Bu yapıların da –konsül–, çoğaltılması ile ve birbirleriyle interaksiyona girmeleri halinde, birbirleriyle başka insanların şahitliğinde fikir alış verişi yapmaları durumunda da ortaya iyi bir devletin çıkacağını düşünmüştür. Bu tanımlarını da Politeia ve Nomoi kitaplarında anlatmıştır. Platon‘un kafasındaki ideal devlet bir kallipolis idi yani sonuçta bir polis bu polis‘i de bugünkü devlet anlayışından biraz farklı hayal etmek gerekiyor. Kamusal bir alanda filozof yöneticilerin toplanıp, polisin meselelerini halka açık olarak tartıştıkları, konuşmalar yaptıkları, kararların alındığı bir yeri kendisine meclis edinmiş bir devleti düşümek gerekiyor. Belki faydalı olacaktır, hatırlayanlar olacaktır 300 Spartans filminde “savaşa girelim mi girmeyelim mi?” tartışmasının yapıldığı bir yer vardı filmde, mesela orası işte bu türden bir meclis ve orası da yani Sparta da bir polis.
Platon özellikle dikkat edilmesi gereken bir noktayı da retorik olarak belirlemiştir. Çünkü retoriğin masum bir yurttaşın ölümüne nasıl sebep olabileceğini kendi hocası Socrates‘ten bilir. Socrates, genellikle kendi düşüncelerini yazılı olarak değil de laf ile ileten bir filozoftu ve genel olarak da kendisini at sineği olarak tanımlardı, yani “rahatsızlık veren” biri. Fakat bunun altında salt rahatsızlık vermek değil aslında olan biteni nispeten daha iyi sorgulatmak amacının olduğunu görebiliriz. Bu tavırları tabii ki yönetim tarafından da pek de hoş karşılanmıyor fakat bir Atinalı olan Meletos 70 yaşındaki socrates’e dava açıyor. O dönemde de bugünkü yaşıması belki ABD’deki jüri diyebileceğimiz bir grup insan da retorik ile manipüle edilip Socrates‘in idamına hüküm vermesi sağlanıyor. Daha sonra Socrates baldıran bitkisinden yapılan, vücudu felç eden bir tür zehir içmesi kararı çıkıyor. Socrates de hiç ikiletmeden bu kararı eşi ve çocuklarıyla vedalaşarak, zehri içiyor ve oluyor. Platon tabii ki bu olay için “vay benim güzel hocam gitti” diye bakmıyor, retorik denen becerinin ölçüsüz kullanımı ya da yerinde kullanılmayışının aslında ne kadar tehlikeli olabileceğini, polis için alınan diğer içtihat kararları açısından da uygulandığı zaman kitleleri etkileyebilecek büyük yanlışların yapılabileceği konusunda bir farkındalık geliştiriyor. Bugün de zaten dünya siyasi yaşamının temel sorunlarından biri bu değil mi? Post-truth aslında retoriğin postmodernizm ile beraber kaynatılmış hali değil mi? Bugün Türkiye‘de sadece iyi bir hatip olduğu için Erdoğan’a oy veren milyonları görmezden gelebilir miyiz?
Benzer şekilde Aristoteles de iyi insan olmak için, iyi erdemlere sahip olmak gerekir, bu iyi erdemler de aslında bize doğuştan gelir, iyi yaşam sürmek için kendimizi geliştirmeliyiz ve adaletli olmalıyız, adaletli olmak da “bize doğuştan verili gelen erdemler doğrultusunda bir yaşam sürmektir ve diğer erdemlerin alanlarına karışmamaktır” der. Aslında burada alttan alta biraz kast sistemi gibi bir şey anlatır fakat buradaki temel fark üst taraftaki insanların adaletli olmaları gerektiği konusudur. Yöneticiler adil oldukları zaman yurttaşlar zaten mutlu olacaklardır anlayışına sahiptir. Bunun için de adil bir devletin kurulması gerekir adil bir devlet de filozof kral tarafından yönetilen bir devlet olmalıdır. Çünkü filozoflar hem hayatın tecrübelerini iyi edindikleri için hem de özel bir eğitim aldıkları için her şeyin kitabileştirilemeyeceği bazen de bilgeliğin ihtiyaç duyulduğu anlarda bilgeliklerini konuşturup devleti en iyi şekilde yöneticini idda eder. Bunun başka versiyonları da olabilir, tek kişi tarafından yönetildiği zaman Krallık olan bir devlet, birkaç böyle filozof özelliklerine sahip insan tarafından yönetildiği zaman Aristokrasi olur der. Eğer bu yönetim işine bütün halk katılırsa da Politeia olur der. Bu kısımlar platon’un felsefesi üzerine inşa edilmiştir. Bunların yozlaşmış hallerine de sırayla, Tiranlık, Oligarşi ve Demokrasi der, Aristoteles.
İkinci Bölüm: Bugün
Aslında bakıldığı zaman günümüz siyasi yaşamının bundan 2500 sene önceki neredeyse düşünülen siyasi ortamdan çok farklı olmadığını görürüz. Mesela bugün Rusya, oligarkların yardımıyla götürülen bir tür tiranlık gibi bir şeydir. Benzeri yine Türkiye için de geçerlidir. Kavram kargaşası olmaması adına, tiranlık denen yönetim, krallığın bozulmuş halidir ve bugünkü Rusya ve Türkiye bozulmuş bir krallık yönetimi yani tiranlık gibi bir yönetim anlayışına sahipken, operasyonların karmaşıklığı gereği de yardıma ihtiyaç duyulur ve bu noktada oligarklar devereye girer. Bugün Türkiye’de 5’li çete diye isimlendirilen 5 büyük inşaat şirketi, iktidarın yanında, iktidarın kendi siyasetini finanse etmesi için ona yardımcı olurlar. İktidarın yanında duran halk kümesi de iktidarın dağıttığı iaşe ile hayatını sürdürür. Kimisi bu iaşeden daha büyük pay alır, iktidarın ayakta durmasına sağladığı katkı oranınca. Kimisi de sadece oyunu satmış olur, geçimlik karşılığında. Görüldüğü üzere bu yönetim şekli Aristoteles’in yozlaşmış ve bozulmuş kabul ettiği bir yönetim şeklidir ve nispeten de hibrit bir sistemdir. Çünkü tam olarak bir krallık değildi Türkiye, aristokrasi zaten yoktur, fakat bizde daima teknokratlara büyük saygı duyulmuştur aslında bu teknokratlar denilen kesim eskinin aristokratları. Aristokratlara bu kendi özellikleri yarısı aile tarafından gelirken, bugün teknokratlar bu yetenekleri kendileri çabalayıp kazanmışlar algısı vardır fakat, eğitime erişim, kaynakalara erişim gibi konuların ciddi sorunları olan ülkelerde teknokratlar ile aristokratları birbirinden ayıran öyle kalın ve güçlü çizgilerden de bahsedemeyiz. Konu burada da aslında bir nebze Michel Foucault‘un biyopolitika kavramına, platonik devletin, bugün iktidarın kendi çıkarı için belirli insan gruplarını, kesimleri gelire göre, etnisitesine göre, yaşadığı coğrafyaya göre manipüle etmesi konusuna yani geliyor. Diğer yandan da bunu daha da ileri götürürsek, Achille Mbembe‘nin nekropolitikasına varıyoruz. Bu da egemenliğin, egemen olunan üzerine tam tahakküm ile ancak tedavülde olduğunu söyler. Yani bugün eğer kim bir başka birinin ne kadar yaşayıp yaşamayacağına karar veriyorsa, o egemendir diye de düşünülebilir kısaca.
Günümüzde yaklaştıkça da tabii ki bu biyopolitika silikopolitikaya evriliyor, egemenlik kavramı da kimin ne kadar yaşayıp yaşayamayacağından ziyade kimin online olarak varolabilir ya da olamaz iznine varıyor. Silicopolitics diyebileceğimiz, silikopolitika kapsamında, bugün tamamen transistörlerin hakimiyeti altındaki bir dünya’da insan bedeni ve insan zihni aslında çok rahat manipüle edilebilir bir noktaya gelmiştir. Bugün gerçekten kaç kişi kendi zevkine göre bir harcama yapabilir? Bu cesaret kaç kişide var? Toplumsal olarak genel beğeniye uygun hareket etmek yepyeni bir tür konservatif yaşamı devreye getiriyor. Bunu özellikle de bugün 18 yaş civarı gençlerde gözlemlemek mümkün. Satın alacakları bir ayakkabı olabilir ya da bir kıyafet olabilir, ellerindeki parayı da öyle kolay biriktiremediklerinden ötürü onu harcarken, büyük riskler alma tarafında zaten hiç olmadıklarını öte yandan ana akım beğeni tarafına uygun olmayan bir alışverişi ise kendilerinden 30 sene önce doğmuşların aynı dini öğretilere uygun olmadığı için o aksiyonu “yapamama” durumunda yaşadıklarının aynısını yaşadıklarını göreceğiniz. Burada din ile direkt bir bağlantı kurmak amacından uzak konuşulduğunu da özellikle belirtmek gerekiyor ya da bu yaş grubu için yeni din anlayışı budur gibi çıkarımlardan uzak bir anlayışla bu analojinin verilirdini belirtmek özellikle önemli.
Dijital nekropolitika tarafında ise buna örnek olarak Donald Trump’ın twitter hesabının direkt olarak silinmesini örnek verebiliriz. Önümüzdeki dönemde ise bir şeyin on-chain mi off-chain mi olması da bugün twitter hesabı sahibi olmaktan daha da önemli olduğunu düşündüğümüzde, bize sözde özgürlük getirecek olan bu merkeziyetli olmaya karşı olan duruşun eline verilen gücün ne kadar büyük olduğu konusunda da farkındalık sahibi olunması gerektiği tartışmaya açık değildir. Blockchain teknolojisinin dünyayı değiştirirken insanı değiştirmemesi gibi bir olasılığın söz konusu olmadığını, değişen insanın da sosyolojiyi ve sosyolojinin de devlet anlayışını değiştirmeyeceğini düşümenin büyük hata olacağını söylemek gerekir. Bunların da temelinde yine posthumanist yönelimlerden ziyade transhümanist yönelimlerin olduğunu, transhümanistlerin de aslında bu biyopolitkayı devam ettirenlerin olduğunu anlamak önemlidir. Aksi halde insanlar bizzat kendi özgürlüklerini elinden alacak olan titanlara bile isteye bu gücü vermeleri ve bunun karşılığında da özgürlük umdukları gibi ironik bir durum, bir ilişki oluşacaktır. Aslında bu zaten çoktan öldü bile bunun geri çevrilmesi çok da mümkün değil bu noktada da bu yazının asıl amacı okuyucuya korku vermek ya da olumsuz bir senaryo çizmek değil bu durum içerisinde bireysel olarak nasıl fayda sağlanır, henüz daha mimarisi tamamlanmamış bu tasarımda kendisine nasıl güzel bir köşe bulur farkındalığı yaratmak amacıyla çıkarımlarını yapar.
Platonik devlette yurttaşların kaydı etrafındaki tanıdıkların o yurttaşın egzistanyalist oluşlarına şahitlik etmek suretiyle yapılırdı. Bu daha sonra bugünlere gelindiğinde artık insanların elinde devletin verdiği bir tür nüfus cüzdan, bir kimlik kartı var. Buradaki kayıt ise devletin kendi arşivlerinde durur. Bunlar eskiden kağıt dosya gibi dokümantasyon iken bugün djital olarak merkezi bir saklama alanı içerisinde yer alıyor. Bunlar bilinmeyen şeyler değil fakat zemin kurmak adına mecburen telaffuz etmek zorundayız. Peki devletlerin kimlik kaydı nasıl yapılıyor? Devletlerin tapu senetleri yani nelerdir? Mesela bugün tartışma programlarında “lozan antlaşması türkiye cumhuriyeti’nin tapu senedidir” gibi laflar edilir, bu hakikaten böyle midir? Yani bugün devlet elinde lozan antlaşması ile bir yere gidip bunu ibra mı eder, “ben devletim bak koskoca” diyerekten. Yoksa zaten a priori şekilde mi bakılmalıdır bu devlet olma olayına. “ne demek devlet mi, e devlet işte, nasıl soru bu, devlet devlettir, şimdi Türkiye diye bir ülke yok mu yani ne diyorsun?” gibi bir tartışmayla mı türkiye cumhuriyeti’nin var olduğunu kabule edeceğiz? “ya sen de ayrı bir cahilsin, birleşmiş milletler diye bir şey var oraya üye olanlar devlet sayılıyor işte” diye bir cevap gelebilir e peki birleşmiş miletler denen yapı topu topu kaç senedir var dünya üzerinde ya da kaç sene daha duracağını düşünüyoruz? Ya birleşmiş milletler denen oluşum dağıtılırsa? O zaman devlet olma vasfı yok mu olmuş olacak Türkiye Cumhuriyeti Devleti‘nin?
Üçüncü Bölüm: Gelecek
E belki de biraz öyle, işte blockchain bu sorunları nispeten ortadan kaldıran bir teknoloji. Her devlet kendi blockchain’ini kurduğu zaman bu blockchain de çeşitli bridgechain ile masterchain‘e bağlandığı zaman (böyle bir masterchain olur mu emin değilim) aslında ortaya hani bu internet ağının bir yapısı vardır ya bir tür rizomatik bir yapı ortaya çıkar. Yani bugün dünya haritasında nasıl ülkelerin yerleri var, işte bu chain üzerinde de devletlerin kendi yapıları oluşmuş olacak ve dendritik, rizomatik artık nasıl tabir edilecekse bir tür entanglement oluşacak. Devlet artık bu şekilde var olacak. Bu devletlerin kendi chain’e de diğer organizasyonlar kendi chainleriyle ancak bağlanabilecek. Yani siyasi partiler, non-profit organizasyonlar vs. Kendi blockchainlerini oluşturup, devletin blockchain’ine devletin blockchain’i de megachain’e ya da masterchain’e bağlanacak ve böylece gerçekten bir tür paralel dünya, evren oluşturulmuş olacak. Bu aşamada da orada da tırnak içinde fiziksel olarak bağlanmak için tabii ki bir tür GUI, graphical user interface yani bir arayüz gerekli olacak, bunu da metaverse ile sağlayacak gibi görünüyor şu anki teknolojisi. Hatta microsoft’un bu activison satın alımını da bu yönde değerlendirmek mümkündür. Çünkü bugün metaverse oluşturmak demek oyun yapmaktan başlıyor. Yani animasyon ile simülasyon arasındaki fark neyse bilgisayar oyunu ile metaverse arasaındaki fark da aynı şekilde olacaktır. Animasyonda noktaların hareketleri gerçek constitutive relationlar (bir malzemenin mekanik sınırlarını matematiksel olarak kontrol eden denklemler, türkçesi bünye denklemleri) ile kontrol edilmez, tamamen unreal engine tarzı bugün, gerçek fiziği nispeten uygulayan fakat bunu sadece öyle gösteren motorlar ile görüntü çizilir. Fakat simülasyonda bildiğimiz Maxwell denklemleri çalışır, thermodynamics prensibleri çalışır, continuum mechanics prensibleri çalışır, yani kütle, enerji ve momentum matematiksel tanımı yapıldığı zaman ve uzay(lar)da daima korunmak zorundadır. Bugün bir bilgisyar oyununda bir tank patlarken, bu tür thermodinamik korunumlara dikkat edilmez fakat simülasyonlarda edilir. Aynı şekilde metaverse denen yerde de işte bu tür constitutive lawlara riayet edileceğini zaman içerisinde söyleyebiliriz. Işte bu da olduğu zaman zaten The Matrix oluşuyor. Neo’nun Moprheus’a sorduğu soruyu, cevabı evet olan soruyu, unutmayın, “Matrix’te ölürsem burada da olmuş oluyor muyum?”
Bu tabii ki “metaverse’de ölünce gerçek dünya’da nasıl ölebilirim ya?” diye bakılırsa gülünç gelecektir fakat bunu bir de Instagram fenomenlerine bir soralım. Instagram iki haftalığına çökse, o insanların ne yapacaklarını sorsak, muhtemelen bir çoğu gerçek hayatında ciddi etkilerinin olacağını söyleyeceklerdir. Çünkü Instagram üzerinden gelir sağlıyorlar, onların da borçları var, oradan gelecek paraya ihtiyaçları var, üstelik vakitlerinin çoğunu orası için harcıyorlar, yani Instagram iki hafta kapalı kalsa ekonomik olarak ciddi zarar göreceklerine heralde kimse itiraz etmez. Peki o profilin silindiğini düşünelim bir de. Yani Instagramda öldüklerini düşünelim, sizce o rezidanslarda hala oturmaya devam edebilirler mi? Bu gerçek hayatlarındaki bir değişikliğe sebep oluyor tabii ki. Öte yandan bir de gerçekten finansal olark herhangi bir yatırım yapmadıklarını ve geleni yediklerini düşündüğümü durumda neredeyse ölmek ile eş değer bir tecrübe yaşayacaklarını da kabul etmek gerekiyor. Bu durum onların bir zayıflığı olduğunu değil bu iki dünya ya da evren arasındaki geçişliliğin ne kadar ciddi olduğunu anlatmak için verdiğimiz örnekler olarak algılanması yerinde olacaktır. Yani matrix’te ölürsen, evet gerçek dünya’da da olmuş olursun cevabı bu yüzden yanlış bir cevap değildir.
Kısacası bu iki dünya arasında yani universe ile metaverse arasında mutlak ayrılıklar olmayacağı kesin. Metaverse net bir şekilde universe’u etkileyecek. Bu direkt olarak bireylerin hayatlarında görülür halde zaten, kamusal hayatlarda da görülür olacak, örneğin oy vermek böyle bir şey. Özellikle devletin blockchain üzerindeki hali, genel olarak kayıt işlemlerinin bir tür ledger olarak blockchain ile yapılacağı, nüfus kaydı, tapu kaydı, herhangi bir noter yani authentication gerektiren bir işlem, artık blockchain’e devredileceği için, hem devletin kendi bünyesindeki paydaşları hem de devletin paydaş olduğu daha üst organizmalar, daha da derli toplu halede gelecek. Işin bir diğer kısmı da bu konuda bütün işlemlerin diferansiyelleştirilebilir olması. Diferansiyelleştirilebilirlikten kasıt ise, örneğin bugün bir otomobil’i ya satın alırız ya da kiralarız, ileride bu subscription başed bir hale gelecek ve bu subscription ise saniye boyutunda dahi yekünleştirilebilecek. Yani örnek vermek gerekirse, apple’ın model i aracını pazartesi ve salı günleri, günün 2333. Saniyesinden 43434 saniyesi arasında model ıı aracını da haftasonu 43444. Saniyeden 53444 saniye arasında 3 ay boyunca kiralamak istiyorum, gibi bir istekte bulunulabilecek. Bu ne saçma şey diye düşünmemek gerekiyor, bu planlar bize böyle sunulmasa bile arkada çalışan on-chain smart-contract bu şekilde kodlanacak. Diferansiyelleştirilebilirlik tabii ki daha çok açıklanmaya muhtaç.
Kaynakça
Yazı için okuduğum kitaplar yer almaktadır, diğer dergi makaleleri ya da esinlendiğim uluslararası politika yayinlari hariçtir fakat iskelet buradaki kaynaklar sayesinde oluşmuştur.
Michel Foucault – Biopolitics
Achille Mbembe – Necropolitics
Plato – Republic
Aristotle – Politics
Giorgio Agamben – Kutsal İnsan
Alain Badiou – Metapolitics
Jurgen Habermas – Kamusallığın Yapısal Dönüşümü
Michel Foucault – Özne ve İktidar
Leo Strauss – History of Political Philosophy
Ray Kurzweil – Singularity is Near
Max Tegmark – Life 3.0
Ashwin Ramachandran, Campbell Harvey, Joey Santoro – DeFi and the Future of Finance
Vitruvius Kadını

Pingback: Chernobyl Dizisi ve Siyaset - Post Evre